| Yaygın Forum|
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

10.sınıf dil ve anlatım konu anlatımları

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

sunum

İnsan hayatı, bir toplumun içinde mevcuttur. Bu toplumda her an insanlarla iletişim içindeyiz.

Konuşurken, yazarken, bakarken, velhasılı her zaman bir iletişimle, bir sunumla karşı karşıyayız.

Lokantayı seçerken bile garsonların servisine dikkat ederiz. Garsonun dış görünüşü, işteki ustalığı müşteriye karşı tavrı o lokantayı seçmemizde birinci derecede etkilidir. Yemekler çok güzel ve kaliteli olabilir; ancak onu sunan bunu gerektiği gibi sunmuyorsa yani kendisi bal; yüzü sirke satıyorsa, yemekler ne kadar kaliteli olsa da asla bir daha orayı tercih etmeyiz.
Öğretmenlerimiz derslerde cd, vcd, tepegöz, slayt, internet, bilgisayar gibi teknolojilerden yararlanırlarsa; dersi daha iyi sunmak için gayret ederlerse bizim dersi daha iyi anlamamızı sağlarlar.
Sonuç olarak hayatımızın her köşesinde karşılaştığımız sunum konusunu bilmek ve en etkili biçimde kullanmamız gerekir.
Bilgileri yenileyen, pekiştiren, hatırlatan, önemli noktaları öne çıkaran; bir çalışma sonucunu açıklayan; laboratuvar araştırmalarını sunan, anket sonuçlarını ifade eden; önemli olay ve olguları dile getirmek üzere yapılan konuşmalara sunum adı verilir.
Sunumda amaç; bilgileri yenileme, araştırma ve anket sonuçlarını değerlendirme, bilime katkıda bulunmadır. Sunumlarda dinleyici kitlesinin, konuya ilgi duyan kişilerden oluşur ve sunumda eldeki teknik imkânlardan yararlanmaya özen gösterilir.

Sunumdan önce yapılması gerekenler

Sunumu yapan kişinin sunumdan önce bazı noktalara dikkat etmesi gerekir.
- Öncelikle bir konu seçilmelidir. Bu konu güncel olmalıdır.
- Sunumun hazırlığında bol ve değişik kaynaktan yararlanmak faydalıdır.
- Sunum yerinin daha önceden görülmesi gerekir.
- Prova yapma, kullanacağı malzemelerin kontrolü sunumu yapan kişinin amacına ulaşmasında yararlı olacaktır.

Sunum sırasında yapılması gerekenler

- Sunum esnasında ciddi, ağırbaşlı, temiz ve derli toplu görünüm önemlidir.
- Sunum yapacak kişi konuşma anında ses tonuna, jest ve mimiklerine, sahneyi veya kürsüyü rahat kullanmaya özen göstermelidir.
- Konuşmacının dinleyicilerle, başta bakışlar olmak üzere, vücut diliyle iletişim kurması daha etkili olur.
- Konuşmacı ses ve kelimelerin doğru telaffuza özen göstermesi gerekir.
- Sunumda, bilgisayar, cd, disket, projeksiyon cihazı, slayt makineleri, mikrofon gibi teknolojik araçlardan faydalanabiliriz.
- Görsel malzemenin en az espri kadar konuşmanıza ilgi ve tat katacağını unutmamalıyız.

Görsel malzemenin kullanılış amacı:
Dinleyicilerin verilen bilgileri iyi algılamaları için
Fikirleri, kavramları vb. anlatırken zaman kazanmak için
Yanlış anlamalardan kaçınmak için
Fikirleri sağlamlaştırmak için
Tat ve espri katmak için
İyi hazırlanmış görsel malzemeyi, konuşmacı konuyla güzel ve uyumlu bir şekilde kullandığı zaman başarılı olur. Aksi durumlarda görsel araçlar dinleyicinin dikkatini dağıtabilir. Başka konuşmacı görsel malzeme kullanıyor diye değil, sizin konuşmanız görsel malzeme gerektiriyorsa kullanmalısınız.
Rakamlar, söylendiklerinde anlaşılmaları güç şeylerdir. Görsel olarak sergilendiklerinde daha kolay anlaşılır.

Konuşmada; %55 görüntü, %38 ses, %7 sözler etkili olduğuna göre buradan slaytın önemi daha iyi ortaya çıkar..Bu yüzden sunum esnasında, slaytlarda, konunun önemli yönlerini belirten özlü, açık ve etkili ifadeler yer almalıdır.Slayt metinlerini dinleyiciler dikkatle okurlar.Slaytlarla konuşma eş zamanlı olarak verilmelidir.
- Sunumda, gerektiğinde daha önce hazırlanmış bazı belgeler, grafikler ve şekiller kullanılabilir.

Malzemeleri bir başkası kullanacak ise konuşmacı ile malzemeleri kullanan kişi arasında uyumkaçınılmazdır.
- Sunumda gereksiz ayrıntılara girilmemesi gerekir.
Sunum sonrasında yapılması gerekenler

- Sunum yapan konuşmacı sunumdan sonra dinleyicilerin soru sormalarına müsaade etmelidir.
- Konuşmacı sorulan sorulara tartışmaya girmeden doyurucu, açık ve net cevaplar vermelidir.

İyi bir sunum için nelere dikkat etmeli?

1) Sunumdan önce kendinizi topluluğa kısaca tanıtın. Nerede okudunuz, nerede o işe başladınız, nasıl ilginizi çekti, vs vs. Bu toplulukla aranızda bir bağ kurulmasını sağlar, bir iletişim kanalı otomatik olarak açılır. Akademik hava koklamış kişilerce düzenlenen seminerlerde ekseriyetle bir oturum başkanı tayin edilir ve o sizi kısaca tanıtır ama böyle birisi yoksa siz gereğini yapın. İhmal etmeyin. Sunuma gelen herkes sizi tanıyor mu zannediyorsunuz? (20dk'dan kısa sunumlarda 1-2 cümleyi geçmeyin)
2) Sunumdan önce mutlaka ama mutlaka seyircili prova yapın! Kim oldukları önemli değil, sadece sizi dinlesinler kafi. Bu sayede konuya, slaytların sırasına ve ne kadar süre harcadığınıza hakim olursunuz.

Bir provadan sonra sunum performansınızın nasıl arttığına siz de şaşacaksınız.
3) Asla sunumda söyleyeceğiniz tüm lafları copy-paste edip perdeden bunları tek tek okumayın! Örnek bir slaytta sadece ana hatlar yazıyor olmalı. Slaytı metinle doldurup bir de bunları perdeye bakıp tek tek okuyarak kendinizi küçük düşürmeyin. Burada yabancı bir sitede kullanılan "sunum dosyanızı teleprompter gibi kullanmayın" lafını tekrar etmekte fayda var Düşünün, zaten uzun olan bu blog mesajını alsam tek bir slayta kopyalayıp-yapıştırsam ve yüzümü perdeye çevirip kelime kelime bu metni okusam nasıl olurdu? Böyle bir hataya düşmeyin.
4) Sunuma kimler gelecek? Bilgi düzeyleri nedir? Sunum dozajını bu parametrelere göre ayarlayın, milleti uyutmayın, emeğinizi rezil etmeyin Yaptığınız işe büyük bir hevesle bağlı olduğunuzdan ne var ne yoksa sunmak istiyor olabilirsiniz, ama inanın dinleyiciler buna hazır olmayabilir ve aşırı doz geri tepebilir.
5) Görünüm çok önemli değil ama sırıtan bir şeyler giymemeye özen gösterin. Biryantinli saçlar, yakası bağrı açık altın kol düğmeli bir gömlek vs gibi felaketlerden kaçının, maça 2-0 yenik başlamayın. Sizi izleyenler kendini beğenen bir tip olduğunuzu sanmasın, antipati duymasın.
6) Slaytları numaralandırın, 21/45 gibi hem o anki slayt numarasını hem de toplam adeti gösterecek şekilde izleyicilere bilgi sunun. Böylelikle daha ne kadar sabretmeleri gerektiğini kestirebilsinler. Bu işlemi sunum yazılımları otomatik yapıyor, üşenmeyin.
7) Lütfen MS Office'in Ataç karakteri gibi komik clipartlar kullanmayın. Modaları çoktan geçti. Comic Sans gibi komik ötesi fontları da kullanmayın. Estetik eksiği olan grafik öğeleri sunumdan silin atın.

Yanar döner grafiklerden, aşırı sayfa animasyonlarından ise şiddetle kaçının. Arka plan rengine ve onun üzerine yazdığınız metnin rengine özen gösterin, hiç beceremiyorsanız beyaz üstüne siyah yazın bitsin gitsin.
8 ) Çok küçük font kullanmayın! Sakın! Kod içeriğini vesaireyi gösterecekseniz zoom özelliği olan bir yazılım kullanın ki en arkada oturanlar da metni okuyabilsin.
9) Sunum süresi: 15-20 dk en ideal süredir. Derin olmayan bir konuda 20 slayt bu sürede prova yaptıysanız mis gibi sunulabilir. Ama detaylı bir konu anlatıyorsak ve oturumu düzenleyenler bize süre verdilerse ne olacak? 45 dakikayı aşmayın. Aslında sadece maksimum 20 dk ilgilerini size odaklayabilirler. Elbette bazı istisnalar var ve bazı taktikler ile 1-2 saat sıkılmadan dinlemelerini sağlayabilirsiniz:
- Esprili bir anlatım, slayttakinden bağımsız bir konuyu gündeme getirmek
- Konu içeriğinin iyi anlaşılmasını sağlayacak günlük yaşamdan seçilmiş basit benzetme ve örnekler.
- Multimedya, fotoğraf, illüstrasyon içeren slaytlar (aynen film sunulan otobüs yolculuklarının insana kısa gelmesi gibi). Aman ha; sesli videolardan kaçının.
- Anlattığınız şeyin pratik uygulamalarını göstermek. Mesela, AJAX anlatıyorsanız ve laf uzadıysa bahsettiğiniz örneğin gerçek bir uygulamasını göstermek için sunumdan çıkıp tarayıcınıza başvurun
- Hata yapın. Örneğin bir kod sunuyorsanız, bırakın ilk seferde çalışmasın. İzleyenler bu sayede size tekrar odaklanırlar ve hatanızı sizinle birlikte aramaya kalkarlar.
- 2 yönlü "full duplex" iletişim. Anlattığınız konu ne kadar ilgi çekici ve uyku kaçırıcı da olsa seyircilerinizin de sunumda ses çıkartmalarına müsaade edin, onları özendirin. İstedikleri yerde soru sorabilsinler(ama vakit alacak soru soranlara müdahale edin, cevabı sonra vereceğinizi söyleyin).

İzlemeye gelenlerin gözlerine bakmayı ihmal etmeyin. Onlara sorular yöneltin.
10) Tam hakim olmadığınız bir konuda sunum vermekten kaçının. Cevabını veremeyeceğiniz soruları kalkıp sunumunuza eklemeyin. Ve yavaş tempo ile masal anlatır gibi konuşmayın, canlı ve hızlı konuşun.
- Sunumun en başında sunumun bir kopyasını internete koyacağınızı belirtin. Internete koyamayacağınız bir içerik ise bunu da belirtin.
- Çalışmanızla ilgili materyali, tablo ve grafikleri el altında bulundurun. Birisi sorar, lazım olur, sunuma koymanız gerektiğini hatırlarsınız veya laf bir şekilde oraya gelir.
- İlk slaytlardan birine "içindekiler" başlığı ile sunumda izleyeceğiniz rotayı ve ana başlıkları sunun.
- Sunumunuzu kayıt edin Böylelikle nerelerde hata yaptığınızı ve konuşmanızın nerelerini düzeltebileceğinizi görebilirsiniz. Bir mp3 çalar kafi.
- Sunumdan önce masaüstünüzü ve flash diskinizi temizleyin; Splash screen'deki Lisanslı kullanıcı hanesinde "Ali Baba" yazmadığına emin olun Böyle yazıyorsa bari PDF yapın, onu sunun.
- İlk defa bir kitleye sunum yaptığı her halinden belli olan bir "acemiyi" gördüğünüzde ona destek çıkın, işini kolaylaştırın Sunumdan sonra yaptığı hatalar varsa özel olarak kendisine fısıldayın.
- İşin erbabının güzel sunumlarını internetten çekin ve dersler alın. Profesyonel firmaların (mesela Nokia, Novell gibi) veya işin erbabının sunum slaytlarını yine internetten çekip kullandıkları fontlara,imajlara, slaytlarının yapısına dikkat edin.

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

TARTIŞMA


KONFERANS
Hazırlıklı ve plânlı konuşma türlerindendir. Herhangi bir bilimsel alanda, topluluk karşısında yapılan konuşmalara Konferans denir. Konferansı verecek kişi, kelimelerin telaffuzuna, (diksiyona) ve dil bilgisi kurallarına dikkat etmelidir. Verilmek istenen düşünceler; açık, anlaşılır ve orijinal olmalıdır.


Konferans verilirken konuşmacı, yazdıklarını kâğıttan okumamalıdır. Sanki, söyleşi yapıyormuş gibi konuşmalıdır. Arada sırada, yeri geldiğinde kâğıda bakmalıdır. Konuşmacı, gözlerini dinleyicilerin üzerine çevirmeli, böylece onların kendisini ilgiyle izlemelerini sağlamalıdır. Ayrıca, konuşmacı; temiz giyinmeli, ciddî olmalı, kibar davranmalı, güzel konuşmalıdır. Ses tonunu yerine göre ayarlamalı, vurguyu iyi yapmalıdır. Konferans verilmeden önce, bir başkası konferansçıyı bütün özellikleriyle dinleyicilere tanıtmalıdır.


Konuşmacı; dinleyicileri sıkıcı ve bıktırıcı söz ve tavırlardan uzak durmalıdır. Ayrıca, el, yüz ve vücut hareketlerini konunun anl***** uygun olarak yerinde ve uyumlu yapmak zorundadır. Hatiplik yeteneği olmayan konuşmacıların, vereceği konferansın etkisiz ve başarısız olacağı da unutulmamalıdır.


Konferansta dikkat edilecek bir diğer özellik de zamana uymaktır. Bir saati aşan konferansların dinleyici üzerinde etkisinin azaldığı bir gerçektir. Konferansçı, bu gerçeğe dikkat etmeli, bir saatten az bir sürede konferansını bitirmelidir. Ayrıca, konferansçı; yersiz, taşkın el ve kol hareketlerinin konuşmanın değerini düşürdüğünü unutmamalıdır.


Konferans hazırlanırken öncelikle yapılması gereken iş, konferansın sunulacağı konuda geniş bir kaynak taramasına girişmek olacaktır. İncelenecek konuda ansiklopedilerden başlayarak değişik yazı ve incelemeler gözden geçirilmeli, böylelikle sağlam ve derli toplu bir malzeme hazırlanmalıdır. Bu malzemeye konferansçı kendi görüş ve düşüncelerini de katarak öncelikle konferansın plânını düzenlemelidir.


Bilimsel toplantılarda söylenen ve akademik hitabet türüne giren söylevler (nutuklar) de konferans sayılır.


Konferans plânı şöyle düzenlenebilir:
(a) Hitap cümlesi.
(b) Konunun sunuluşu.
(c) Konferansın amacı.
(ç) Konunun açılması ve anlatılması.
(d) Sonuç.
(e) Sorular ve cevaplar.

Konuşmaya, konferansı düzenleyenlere ve dinleyicilere saygı bildiren ve iltifat edici sözlerle başlanmalıdır. Sonra konunun çerçevesi çizilmeli ve ortaya konmalıdır. Bundan sonra konuşmacı, amacına göre konusunu açmalı, o konudaki çeşitli görüşleri kırıcı ve tahkir edici olmayan ifadelerle belirtmelidir.

Konuşmacı, bayağı ve argo sözler kullanmaktan kaçınmalıdır. Zaman zaman canlı örnekler ve fıkralarla, konuşma tarzının değiştirilmesiyle, ses tonuna verilecek iniş ve çıkışlarla dinleyicilerin dikkatini ve ilgisini uyanık tutmaya çalışmalıdır.


Konferansta bir konunun bütün yönlerinin ve ayrıntılarının verilme-sinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Konuyu fazla dağıtmak, dinleyicinin konuşmayı takip edememesine neden olur. Çok fazla ayrıntı, herkesi aynı ölçüde ilgilendirmeyeceği için dinleyiciyi sıkar.


Konferans, anlatılanların kısaca özetlenmesi, maksadın verilmesi ve dinleyicilere saygı ve iltifat eden sözlerle bitirilmelidir. Sorulacak sorular da kısaca ve soranı incitmeden cevaplanmalıdır.


KOLOKYUM (Konuşu)
Belirli bir konuyu aydınlatmak amacıyla, bilim adamı ve araştırıcıların bir araya geldikleri ve konunun bir bilim adamı ya da ekip tarafından sunulduğu ve tartışıldığı toplantıdır.

KURS
Belirli bir konuyu, bu konuda yetişeceklere öğretmek amacıyla yapılan etkinliklerdir.

SEMİNER
Belirli bir bilim dalındaki gelişmeleri, belli bir bilgi düzeyine sahip kimselere tanıtmak amacıyla düzenlenen ve konunun değişik bölümleri, bu bilim dalında otoritesi ve yeteneği kabul edilen kişiler tarafından açıklanan toplantılardır.


Yüksek öğretim kurumlarında lisans / lisansüstü öğrenci ve öğreticilerin katılımıyla yapılan seminerler, bu tanıtımın dışındadır. Bunlar yüksek öğretim kurumlarında, öğretim üyesinin yönetimi altında, öğrencilerin yaptıkları araştırmalarla ilgili rapor hazırlama, tartışma biçiminde yürütülen toplantılardır.

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

ANLATIM VE ÖZELLİKLERİ

Öyküleyici Anlatımın Özellikleri

1.Olay, kişi, mekân ve zaman ortak öğeleridir.
2.Olaylar birinci şahsın ağzından anlatılabilir.(Anlatıcı olay kahramanlarından biridir)
3.Sanat metinleri öyküleyici anlatımla yazılır.
4.Olaylar ilahi bakış açısıyla anlatılabilir.
5.Olaylar 3.şahsın ağzından anlatılabilir.(Olan biten bir kamera sessizliğiyle izlenip anlatılır
6. Kişi, mekân ve zaman olay ve olay örgüsünü oluşturmak için kullanılan ögelerdir.
7.Öyküleyici anlatım hikâye, roman, anı, söyleşi, görüşme(mülakat) gibi metin türlerinde kullanılır.
8.Öyküleyici anlatımda bir olayın olması şarttır.
9.Yaşanmış olaylarda olay zincir, kurgulanmış olaylarda olay zinciri vardır.
10. 3.Şahıs anlatımda anlatıcı her şeyi bilir.
11. Öyküleyici anlatım sanat metinlerinde ve öğretici metinlerde kullanılır.
12.Sanat metinlerinde anlatıcı kurmaca kişi öyküleyici metinlerde ise gerçek bir kişidir.
13.Kelimeler daha çok mecaz ve yan anlamda kullanılır.

Örnek metinler için bakınız Dil ve anlatım kitabında sayfa 73 (Kefil), 75 (Kıbrıs'ın Fethi)76,(Cemile),77(On İkiye Bir Var),78(Biz İnsanlar),81(Ayı ve İki Ahbap),82(İstanbul'un Fethi),83 (Başını Vermeyen Şehit)adlı metinler.

Öyküleyici Anlatım Biçimi
Bu teknikte yazarın amacı, okuyucuyu bir olay içinde yaşatmaktır. Bu tekniğe hikâye etme de denir. Olay akışı vardır. Olaylar birbiri üzerine gelişir ve zaman durmadan geçer. Genellikle haber kipleriyle çekimlenmiş yüklemler kullanılır. ... geldi, ... anlatmış, ... maviydi v.b.

Bu teknikle yazılmış bir parçanın en önemli iki özelliği: Zaman akışının olması ve parçanın bir öyküden veya romandan alınmış izlenimi vermesidir.

Öyküleme yöntemi roman ve öykü gibi olay esaslı türlerde kullanılır. Bu teknik düşünce yazılarında pek görülmez.

Bir durumdan başka bir duruma geçişi, hareketli bir yaşam kesitini bir olaya bağlı olarak anlatma yöntemidir. Öykülemelerde amaç, okuyucuyu olayların içinde yaşatmaktır. Yani okuru, öykünün kahramanlarından biriyle özdeşleştirerek kendini onun yerine koyarak (empati ile) bir görüşü benimsetmektir.

Olay, öykünün belirleyici özelliğidir. Olaysız hiçbir anlatım öykü sayılamaz. Olay; insanların başından geçen, az rastlanan, merak öğesi uyandıran giriş, gelişme (düğüm) ve çözüm bölümleri bulunan anlatımlardır. Günlük konuşmalarımızda "Bak ne oldu..." diye başlayan tüm anlatımlar, güldürücü fıkralar, anekdotlar birer öyküdür.

Öykülerin hemen tamamı konuşmaların arasında anlatılır ve bir örnek niteliği kazanır. Bu nedenle ana düşünce bulunurken: "Bu öykü, hangi iddiayı (savı) inandırıcı kılmaya yarayan örnek olabilir?" sorusuna yanıt aranır.

Örnek10.sınıf dil ve anlatım konu anlatımları Biggrinalkavukları Büyük İskender'i: Tanrı'nın oğlu olduğuna inandırmışlar. İskender bir savaşta yaralanmış. Yarasından kan aktığını görünce çağırmış dalkavuklarını: "Bu ne?" demiş. "Mis gibi insan kanı değil mi?"

Ana düş: Gerçekler gizlenemez. (Mızrak çuvala sığmaz)


Örnek: Tilki, yol başında durmuş etrafı gözetliyor muş. Karşıdan yaman bir kurtla bir çoban köpeğinin güle oynaya geldiklerini görmüş. Yanlarına gidip dostluklarının gerekçesini sormuş. Köpek: "Dün bu kurt bizim sürüye saldırdı. Birkaç koyunu boğazladı. Arkasından koştum; ama yetişemedim. Çoban da beni evire çevire dövdü. Ben de gidip eski düşmanımla dost oldum... Dostluğumuzun gerekçesi çobandır." demiş.

Ana düş: Kusursuz dost isteyen dostsuz kalır.

Örnek: Kartaca-Roma Savaşı'nın sonunda Roma ordusu galip gelir. Roma komutanı büyük bir törenle Kartaca'ya girer. Tam bu sırada bir kadın: "Komutanı görmek istiyorum!" diye bağırır. Muhafızlar onu uzaklaştırmaya çalışırken komutan: "Buraya getirin onu!" diye emir verir. Kadın komutanın yanma getirilir. Komutan kadına isteğini sorar. Kadın, orada bulunan askerlerden birini işaret ederek: "Bu askeriniz savaş sırasında çocuklarımın elindeki son mısır ekmeği dilimini ellerinden alarak yedi ve çocuklarımın ölümüne neden oldu. Bu askerin cezalandırılmasını istiyorum." der. Komutan: "Bak, der, yalan söylüyorsan ölürsün." Kadın iddiasında ısrar edince komutan kılıcını çeker, askerin karnını yarar ve kadına dönüp haklıymışsın." der.

Ana Düş: Kanıtlamadan kimseyi cezalandırma.

Örnek: M.O. V.yüzyıl ressamlarından Zeuxis, elinde üzüm tutan bir çocuğun resmini yapmış. Üzümler öylesine gerçeğe benzemiş ki kuşlar gelip yemeğe kalkmışlar. Zeuxis, bundan dolayı övüldüğü zaman, üzülerek: "Çocuğu da gerçeğe uygun yapabilseydim kuşlar ondan korkar üzümleri yemeğe çalışmazlardı." demiş.

Ana düşünce: Sanatçı için son durak yoktur.

Örnek: Türkiye'ye gelen sanatçımız, soluğu Kapalıçarşı' da alır. Buradaki esnafla haşır neşir olur. Türkçeyi epey ilerletir. Amacı, Kapalıçarşı'nın yağlıboya resimlerini yapmaktır. Amacına ulaşır. Hatta bu yağlıboyalarını sergilediği üç ayrı sergi açar İstanbul'da. Kapalıçarşı'nın yıllardır oradaki esnafa bile yabancı gelen, gizemli taraflarını tablolaştırır. Bir başka deyişle çarşının yerlileri sanatçının tuvallerinde tanırlar mekânlarını, dükkânlarını.


Parçada olayların olaylar üzerine gelişmesine, zamanın akışına dikkat etmişseniz öyküleme tekniğini yakalamışsınızdır. Hatta parçayı okuyup bitirince "Eee sonra ne olmuş?" diyeceğimiz geliyor. Bu da bu parçaya bir roman veya öyküden alınmış izlenimi veriyor. Yani öyküleme tekniğini gösteriyor.


Örnek:Yatağın altında yeşil, tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul'dan gönderdiği hediyeler içinde çıkan kaşağı pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu. Galiba acıtıyor, dedim. Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca, tekrar denedim. Atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. On adım ilerideki çeşmeye koştum.

Örnek:Ayakkabıcı, iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti. Şaşarak eğlenerek seyrediyordu. Tamirci, kartona benzeyen kalın deriyi iki tarafı keskin incecik, sapsız bıçağıyla kesti. Ağzına bir avuç çivi doldurdu. Sonra bunları ağzından çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhladı. Deri parçalarını pis bir suya koyup ıslattı. Mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürdü. Hasan bunların hepsine dikkatle bakıyordu. Susuyor ve bakıyordu.


Parçayı okurken gördük ki olaylar birbiri üzerine sıralanmıştır. Zaman durmamış, akmıştır. Zaten zamanın geçmesi demek olayların sıralanması demektir. Bunların hepsi öykülemenin özelliklerindendir.


Örnek: Âdem ile büyük oğlu elektrik ustası Yusuf ellerindeki birer lahmacunun son lokmalarını merdivenleri çıkarken çiğneyip yuttular. Bu sebepten merdiven başına vardıkları zaman biraz nefesleri kesilir gibi oldu. O tıkanıkla ikisi birden Osman Efendi'nin tepesine dikildiler ve ihalenin saatini sordular. Osman Efendi üstten alarak "Bekleyin şurada." dedi.


Örnek: "...Sabaha karşı bir kumsalda uyandım. Omuzlarım ağrıyordu, bacaklarım uyuşmuştu. Güçlükle ayağa kalktım, rüzgâr çıkmıştı gene. Denize bakındım: Görünürlerde yoktu teknem. Elimi kolumu oynatıp kendime gelmeye çalıştım. İlerilere bakındım sonra. Alabildiğine uzanıyordu kumsal. Yürümeye çalışayım, bir eve varırım belki, dedim. Yürüyemedim. Ayağımdan yakalamış bırakmıyordu beni. Bir adım olsun attırmıyordu artık. O, leş sandığım o. Tüm gücüyle çekiyordu beni kendine."

Örnek Soru 1: Adalarda oturanlar, akşamüzeri iskeleye çıkıp, gelenleri karşılar, gidenleri uğurlarlar; gençler arkadaşlarıyla buluşur; yaşlılar çay bahçelerinde, aralarında söyleşirler. Saat dokuza gelince, herkes evine dönmüş, sofraya oturmuş olur. Adalara gezmeye gelen birkaç kişi dışında kimseleri göremezsiniz ortalıkta.

Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisine başvurulmuştur?

A) Öyküleme B) Tanımlama C)Tartışma D) Açıklama E) Karşılaştırma
(1993/ÖYS) Yanıt: A


Örnek Soru 2: Köyden kasabaya taşınmıştık. Cadde üstünde, sol tarafta bahçesi olan, beyaz boyalı bir ev satın almıştık. Bahçemizden, komşu bahçeden gelen küçük bir su yolu geçiyordu. Bu su, yan duvarın altından aşağıdaki bahçelere akıyordu. Bizim bahçenin bir köşesinde ufak bir tel kümes vardı. Dip tarafa domates, biber, yeşil salata ekilmişti. Cadde tarafında sardunyalar, pembe karanfiller, hanımelleri bulunurdu.

Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerin hangilerine başvurulmuştur?
A) Açıklama - öyküleme
B) Tartışma - betimleme
C) Öyküleme - betimleme
D) Açıklama - tartışma
E) Örneklendirme - öyküleme (1991/ÖYS) Yanıt: C

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

BETİMLEYİCİ ANLATIM ve ÖZELLİKLERİ

Özellikleri:
1.Betimlemeler açıklayıcı ve sanatsal betimleme olmak üzere ikiye ayrılır.
2.Kişinin iç dünyasını anlatan betimlemelere tahlil(ruhsal portre) denir.
3.Kişinin dış görünüşünü anlatan betimlemelere fiziksel (simgesel) betimleme denir.
4.Roman, hikâye, tiyatro, gezi yazısı, Şiir gibi türlerde kullanılır.
5.Kelimenin yan ve mecaz anlamlarına yer verilebilir.


Sanatsal (İzlenimsel) Betimleme:
1.İzlenim kazandırmak amacıyla yazılır.
2.Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulur.
3.Ayrıntılar subjektif olarak verilir.
4.Amaç sanat yapmaktır.


Açıklayıcı Betimleme:
1.Bilgi vermek amacıyla yazılır.
2.Genel ayrıntılar üzerinde durulur.
3. Ayrıntılar objektif (olduğu gibi)olarak verilir.
4.Amaç sanat yapmak için değil, bir konu hakkında bilgi vermektir.
5. Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulmaz.
6.Betimlenecek varlığa kişisel duygu ve düşünceler katılmaz.


Bu tekniği uygulayan yazarın amacı, okuyucunun görmediği bir görüntüyü, olayı, yeri, okuyucunun kafasında canlandırmaktır. Yazar özellikle görme duyusundan yararlanarak okuyucunun hayalinde sözcüklerle sanki resim yapar. Betimleme özetle, okuyucuya izlenim kazandırmaktır.

Bu yöntemde beş duyudan ve hareket öğesinden yararlanılır. Hareket öğesi öyküleme yönteminin de öğesidir. Betimlemelerdeki hareketler birbirinden kopuktur. Neden-sonuç ilişkisiyle birbirine bağlanıp bir olaya yol açmaz.

Betimleme paragraflarında sadece bir özel konu ve onun ayrıntıları vardır. Ana düşünce söz konusu değildir.


Bir betimlemede olay da varsa, o anlatım yöntemi öyküleme sayılır. Hareketlilik varsa; ancak olay yoksa o zaman anlatım yöntemi betimleme olarak kalır.

Betimleme, ilk kez romantik sanatçılarda ortaya çıkmıştır. Çünkü dünya edebiyatında ilk kez onlar gerçek yaşamı, kişileri ve varlıkları ele alma gereği duymuşlardır. Gerçekleri, göz önüne getirebilmek için farklılıkların, ayırt edici özelliklerin belirtilmesi gerekir. Bu da betimleme türünü doğurmuştur. Romantik betimlemeler, daha çok duygulara dayanır. Olaylar ve kişi davranışlarıyla bağlantısı yok denecek kadar azdır.

Realistlerin betimlemeleri tümüyle gerçektir. Onlar bir düz ayna gibi yansıtırlar her şeyi. Ayna nasıl iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış her şeyi gösterirse realist betimlemeler de aynen öyle. Bu betimlemelerin olayların gelişimi ve kişilerin karakterlerinin oluşumuyla doğrudan bağlantıları vardır. Realist yapıtlardan betimlemeleri atarsanız geriye hiçbir şey kalmaz.

Örnek: Köyde iki günden beri olağanüstü zamanlara öz-gü bir hal var. Bayram mı? Hayır; çünkü hiç kimse yeni giysilerini giymemiş. Biri mi evleniyor? O da değil. Yalnız herkes işini gücünü bırakmış, şunun bunun evinde, hemen hemen gizli diyebileceğimiz birtakım toplantılar da... Sonra genel bir avarelik, bir kendinden geçiş, gözlerde hiç görmediğim pırıltılar...

Konu: Köyün olağanüstü bir anı

Bu betimleme, bir öykü havasında; ancak bir olay yok. Bir ana düşünce yok. Hareketli anlatım öyküleme için yetmiyor ve anlatım betimleme aşamasında kalıyor.


Örnek: Mehtap, küçük koyu pırıl pırıl aydınlatıyor. Deni-zin ölü dalgaları başından geçenleri kıyıya anlatıyor. Hafif bir meltem, gecenin sıcaklığını bastırmak için tüm soluğunu harcıyor. İkimiz de susuyoruz. Konuşmak yasak sanki... Zaten konuştuğumuz an bu sihirli büyü bozulacak. İç dünyalarımız doğanın görkemiyle bir olmuş. Suskunluğumuzun gürültüsü yetiyor bize.

Konu: Mehtaplı bir gecede koy, deniz ve hissettikleri

Örnek: Kış, Ada'nın her tarafında yerleşebilmek için rüzgârlarını poyraz, yıldız poyraz, maestro, dramudana, gün doğusu, batı karayel, karayel halinde seferber ettiği zaman; öteki yakada yaz, daha pilisini pırtısını toplamamış, bir kenara, oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştur. Gitmekle gitmemek arasında sallanır bir halde, elinde bir pasaport, çıkınında üç beş altın, bekleyen bu güzel yüzlü göçmen tazeyi benden başka bu adada seven hemen hiç kimse yoktur diyebilirim.

Konu: Yaz bitimi, Ada'ya kışın gelişi


Örnek: Barba Vasili, sandalın kıçındaki koltuğu suya bıraktı. Gözü ipte, küreklere asıldı. On dakika sonra arkamızdaki adayı da görmez olduk. Sis, gitgide bastırıyor. Uzaktan uzağa vapur sesleri sağımızdan mı gelir, solumuzdan mı? Yakınlarda, pek yakınımızda bir hışırtı da duyar gibi olduk. Hiçbir şey göremedik ama. Bir vapur sanki burnumuzda gibi acı acı öttü.

Konu: Ada'da sis...


Örnek: Sabahın 6'sı. Saroz Körfezi kıpırtısız. Kıvrım kıvrım bir sahil... Tahta bir iskele... İskelede tek ayak üstünde duran iki martı ve balık tutmaya çalışan bir babayla bir oğul... Tüm hareketler ağır çekim... Arada bir 'hay anasını' sözleri, umutlanarak açılmış martı ağızları...

Konu: Saat 6 sularında Saroz Körfezi kıyıları...


Örnek: Kırış kırış bir yüz... Altmış yılın çizgileri... Askerlikten kalma bir kurşun yarası izi... Çukura kaçmış çakır gözler... Dünyanın kahrına dayanmaya çalışan, gelecekten umudu kalmamış bir adam.

Konu: 80 yaşındaki bir adamın fiziki ve ruhsal portresi

Betimleme, şiirden sonra en zor yazılan bir türdür. Şiirsel bir anlatım, duyarlı bir yaklaşım gerektirir. Kimi usta kalemlerin elinden çıkan betimlemeler bir tablo değerindedir. Betimleme yapabilmek için ayrıntıları gören bir göze, bunu anlatabilecek olağanüstü bir dile gereksinim vardır.



Örnek: Cehennem Nisanı'ında beş sandaldık. Güzel bir ocak akşamı. Hava lodos. Denize kırmızı ren¬gin türküsü yayılmış. Çok kaynamış ıhlamur rengindeki yayvan, geniş, ölü dalgalar... Sandallar ağır ağır sallanıyor, oltalar bekliyor, insanlar susuyor... Otuz beş kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayaların arasına yedi rengin en koyusu girer mi şimdi? Sinağrit Baba döner mi avdan? Pırıl pırıl eleğimsağma rengi pullarıyla ağır ağır, muhteşem bir ilkçağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kimbilir? Altuni, zümrüdü, incisi, mercanı, sedefi lacivertliğin içinde yanıp yanıp sönen sarayını özlemiş, acele mi ediyordur?


Örnek: Buradan (Değirmenoluk'tan) Akçadağ'a kadar öyle kayalık öyle sarptır ki Toros, bir ev yerinden daha büyük toprak parçası görülmez. Ulu çamlar, gürgenler kayaların arasından göğe doğru ağmıştır. Bu kayalıklarda hemen hemen hiçbir hayvan yoktur. Yalnız, o da çok seyrek, akşam vakitleri keskin bir kayanın sivrisinde boynuzlarını, büyük çangallı boynuzlarını sırtına yatırmış bir geyik, bacaklarını gerip sonsuzluğa bakarcasına durur.

Örnek: İn cin uyanmadan denizin üstü de boş gibidir. Bir gecebalıkçılı ya da erkenci iki martı sezilir alaca karanlıkta. Amaçsız, kararsız oraya buraya süzülürler. İşgüzar işgüzar kanat çırparken birden durulur, suya konarlar. Ben onları maçtan önce ısınmaya çıkmış çurçur yeden oyuncularına benzetirim. Asıl maç çok sonra başlayacaktır. Kocaman gövdesi ve iri kanatları ile bir kaşıkçıkuşu çok yükseklerde tur atıyor. Uzakta bir takanın patpatı. Kıyıda böcek gagalayan bir denizkırlangıcı... Çöpleri eşeleyen uyuz bir köpek...

Örnek: Çocuk bir akasya ağacının altına yüzükoyun uzanmış gökyüzünü izlemekteydi. Ayaklarını yukarı kaldırmış bir ileri bir geri sallıyordu. Ağzının kenarındaki otu çiğniyordu. Sırtında yırtık bir keten gömlek, bacağında at ahırı ve ezilmiş yeşil ot kokan bir pantolon vardı. Başını az bir şey bizden yana döndürüp uykulu gözlerle bana baktı. Ağzındaki otu dudağının öbür yanına itip gözlerini kapadı.

Parçada yazarın özellikle görme duyumuzdan yararlanarak hayalimizde bir görüntü oluşturmuştur.


Yazarın anlattığı görüntü zihnimizde canlandı mı, canlanmadı mı? Evet, canlandı, öyleyse yazar bizim zihnimizde sözcüklerle resim yaptı. Yani betimleme yöntemini kullandı. Şuna da dikkatinizi çekerim ki: yukarıdaki parçada öyküleme tekniğine de yer verilmiş. Bunu göz ardı edemeyiz. Çünkü sıralı olaylar da var.


Örnek: Kitabevi iki kattan oluşmakla birlikte üst kat satışa henüz arz edilmemiş veya satış dışı kalacak kitapların son durağı olarak kullanılıyor. Tüm heyecan giriş katında, giriş katı yetmiş metrekare dolaylarında ve birkaç metrekarelik bölümü işyeri sahibinin özel odası olarak ayrılmış. Bu insan, nitelikli kitapları seçen, çoğunu okuyan zarif bir kitap tutkunu, Kitabevini orta yaşlı bilge bir beyefendi olan yeğeniyle birlikte yönetiyor.

Parça betimleme tekniğiyle yazılmıştır. Anlatılan mekânın zihnimizde canlanmıştır.

Örnek: Bir yanımız kuleli, öbür yanımız Vaniköy koruluğu, Yamaçta bir apartman... Yanında yöresinde başka ev apartman yok. Hafif bir yokuşun sonunda, tepede, tek başına, on sekiz daireli, iki bölümlü bir apartman. Salon dediğimiz ön oda sanki bir kaptan köşkü. Karşımızda köprü, ta uzakta Sultanahmet Camii, Ayasofya, Topkapı Saray... Önde Beylerbeyi Sarayı, Çengelköy kıyıları ve Boğaz. Buralarda yaşanmadan bilinmesi, algılanması olanaksız bir başka deniz bu.

Bu parça da betimleme tekniğiyle yazılmışır. Yazarın amacı kendinin gördüğü, okuyucunun görmediği bir görüntüyü okuyucunun zihninde sözcüklerle canlandırmaktır. Özellikle görme duyumuza ilişkin ayrıntılara yer verdiğine dikkat e****m.


Okuduğunuz parçada yazarın amacının görüntüyü zihnimizde canlandırmak olduğunu söylemiştik. Yazar amacını gerçekleştirdi, zihnimizde görüntü canlandı. Buradan hareketle bu parçanın anlatım tekniğinin betimleme olduğunu söyleyebiliriz.

Örnek: "Kulübenin ardında iki katlı, yaşlı bir bina vardır. Bir bırakılmıştık duygusu taşır, lodosun eskittiği yüzünde camlarda yağmur izi... Gençliğine duyamamıştır. Alt katında kimi işlemez dükkânlar, üst katında ise küçük bir sahil lokantası. Sanki dekorunu ve yemeklerini yıllardır hiç değiştirmemiş bir sahil lokantası... Bu meydandaki her bina, her yol, her ayrıntı denize göre konum almış gibidir; denizle yüzleşir durur."


İzlenimsel Betimleme Örneği
Mağaranın ağzında büyük ağabeyim elinde kazma, ortanca kürek, küçük olanı da sönük bir gaz lambası ile beklerdi. Mağaranın içi uzun bir dehlize benzer, etrafta birtakım acayip şeyler varmış gibi görünür, durmadan tepeden damla damlar su sızar, yer daima ıslak olurdu. Ben mağaranın kapısı önünde, bir ayağım içerde, bir ayağım dışarda beklerdim. Güneş ağaçlardaki eriklerin üzerine ışıldardı.


Açıklayıcı Betimleme Örneği

"...Akdeniz Bölgesi'nin çatısını Toros Dağları oluşturur. Dağlar bazı yerlerde denize çok sokulur; kayalık ve az girintili çıkıntılı bir kıyı üzerinde dikine inerler. Bazı yerlerde ise kıyı çizgisi ile dağ sınırları arasına Adana Ovası gibi geniş düzlükler girer. Bu bölge özelliğini kendine komşu olan ılık denizden alır. Fakat denizin etkisi yüzey şekillerine ve yükseltiye göre değişir..."

Örnek Soru 1:


Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir genç, çadırın önünde yan yatırılmış el arabasının üstüne oturmuş saz çalıyordu. Fenerin aydınlattığı alnı, ter damlalarıyla kaplıydı. Sazının sapı, şaşırtıcı bir süratle aşağı yukarı kayan parmaklarının altında bir canlı gibi titriyordu. Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden emin hareketler yapıyordu. Gencin eli, sazın gövdesine yaklaştıkça insan, saz ile el arasında gizli fakat çok anlamlı bir konuşma olduğunu sanıyordu.

Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi ağır basmaktadır?

A) Betimleme B) Tartışma C) Açıklama
D) Öyküleme E) Karşılaştırma (1995/ÖYS) Yanıt: A

Örnek Soru 2:

Aşağıdaki cümlelerin hangisinde betimleme yoktur?

A) Söylenenleri hiç duymuyormuşçasına dalgın, düşünceli bir tavırla işini yapmayı sürdürdü.
B) Artık bahar geldi derken birdenbire hava bozmuş; damlar, sokaklar, kırlar karla örtülmüştü.
C) Az konuşan, doğruyu söyleyen, söylediğini tartan bir insandı.
D) İçli, çok duygulu bir adamdı, konuşurken hem ağlar hem ağlatırdı.
E) Benim gibi babamın da dedemin de çocukluk ve ilk gençlik günleri bu konakta geçmişti. (1993/ÖYS) Yanıt: E

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Lirik Anlatımın Özellikleri
1.Lirik anlatımda dil "heyecana bağlı işlev"de kullanılır.


2.Coşku ve heyecana bağlı anlatım daha çok şiir, roman, hikâye, tiyatro türlerinde kullanılır.


3.Öyküleyici anlatımda bir olay ve durumun anlatılması; betimleyici anlatımda kişi, durum ve varlıkların betimlenmesi; lirik anlatımda ise duyguların ifade edilmesi esastır.


4. Coşku ve heyecana bağlı anlatımlarda kelimeler daha çok mecaz ve yan anlamda kullanılır.


5.Öyküleyici anlatımlarda olay ve durumlar anlatılırken duygusal düşünceler katılmaz. Coşku ve heyecana bağlı anlatımda duygular ve içinde bulunulan ruh hali yansıtılır.



Örnek 1:

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİRŞEY VAR

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol BEHRAMOĞLU

Örnek 2:

SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN

Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç

Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin

Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün

Gülebildiğin kadar mutlusun üzülme
Bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Sevdiğin kadar sevileceksin
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin
Bunu da öğren;
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN.

Can YÜCEL

Örnek 3:

TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Destansı (Epik) Anlatımın Özellikleri1.Olağanüstü olaylar ve kişiler anlatılır.
2.Destan türünün yiğitçe havası vardır.
3.Yapıp etmeler yani fiiller ön plandadır.
4.Tarihi konular ve kahramanlıklar işlenir.
5.Etkileyici bir özellik taşır.
6.Sürekli hareket vardır.
7.Kelimeler mecaz ve yan anlamlarda kullanılabilirler.
8 Şiir, destan, roman, hikâye, tiyatro, destansı anlatımın kullanıldığı türlerdir.
9.Anlatımda abartıya yer verilebilir.
10.Sanatlı bir dil kullanılır.

Örnek metinler
SİVASTOPOL
Derken, tabur komutanı yine işaret verdi. Yine subaylar fısıltıyla konuşarak emri birbirlerine ilettiler ve kara bir duvar gibi duran 1. bölük çöktü. Onlara "Yere yat!" emri verilmişti. 2. bölük de yere yattı ve Pest, eline sivri bir şeyin battığını duydu. Yalnız, 2. bölüğün komutanı ayakta kalmıştı. Kılıcını sağa sola savurup hiç durmadan konuştukça tıknaz silueti bir öne bir arkaya gidip geliyordu.

"Pekâlâ, adamlarım! Haydi, şimdi, aslanlarım! Kurşunlarımızı israf etmeyip bu süprüntülen süngümüzle temizleyeceğiz. "Hurra!" diye bağırdığımda hepinizin arkamdan geldiğini görmek istiyorum. Kimse geride oyalanmasın. Birbirinizden ayrılmamalısınız, bu en önemlisi... Onlara kim olduğumuzu gösterelim ve yüzümüzü kara çıkarmayalım, tamam mı arkadaşlar?

TOLSTOY

KANİJE KALESİ'NİN FETHİ
Sadrazam İbrahim Paşa 1600 yılı baharında tekrar sefere çıkıp Kanije üzerine yürüdü. Bu arada Bobofça Kalesi de istirdat edilmişti. Ordu Kanije'yi kırk günden fazla muhasara etti. Kalenin barut mahzeninin infilakı üzerine müdafiter teslim olmak zorunda kaldılar. Kanije, beylerbeyilik hâline getirilip Tiryaki Hasan Paşa'ya verildi. Sadrazam İbrahim Paşa, Temmuz 1601'de yeni bir sefere çıkmak üzereyken serhatta öldü. Yerine, sadaret kaymakamı bulunan Yemişçi Hasan Paşa tayin olundu. Yeni sadrazam hemen Belgrat'a hareket etti. Ordu daha Belgrat'a ulaşmadan Belgrat'ın düşman eline geçtiği haberi geldi. Buraya gidildiyse de asker yenik düştü. Tam bu sırada Erdel ve Boğdan'ı da ele geçirerek Romanya'da bir idare kurmayı planlayan ancak vazgeçip Osmanlı merkezine elçi gönderip itaatini bildiren Mihal'in Avusturya hükümetinin düzenlediği suikasta kurban gittiği haberleri geldi. Böylece Avusturya hükümeti siyasi bir cinayet işlemiş oluyordu. Bu haber üzerine Osmanlı Devleti bölgeye süratle bir ordu sevk edip güvenliği sağladı. Erdel, Eflak, Boğdan'da Osmanlı Devleti'ne bağlı, güçlü bir düzen tesis edildi. Sonuçta Avusturya'nın işlediği bir siyasi cinayet Osmanlı Devleti'nin işine yaramıştı. Avusturya'nın yeni bir taarruz haberi geldi. Arşidük Ferdinand kumandasında bir ordunun Kanije'yi kuşatmakta olduğu, müdafilerin zor durumda bulunduğu öğrenilmişti.

Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
**üm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet akif ersoy

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Emredici Anlatımın Özellikleri1.Dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır.
2.Emir, telkin, öneri anlamı taşıyan ifadeler yer verilir.
3.Öğretici ve açıklayıcı yönleri vardır.
4.Cümlelerde fiiller hakimdir.
5.Uyulması beklenen bir üslubu vardır.(Zorlama anlamı vardır)
6.Sosyal hayatın düzenlenmesinde emredici anlatım kullanılır.
7.Trafik kuralları, bazı eşyaların kullanma kılavuzları, ilaçların kullanma kılavuzları emredici anlatıma örnek verilebilir.

Örnek Metin
ŞEYH EDEBALİ'NİN DAMADI ve OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU OSMAN GAZİ'YE VASİYETİ

"Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va'dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. ***** ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğunda mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine **** (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. **ünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı'yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın..."

Tarık Buğra

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Öğretici Anlatımın Özellikleri
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.Söz sanatlarına, kelimelerin mecaz anlamlarına yer verilmez.
3.Verilen bilgiler örneklerle ve tanımlarla pekiştirilir.
4.Daha çok nesnel cümleler kullanılır.
5.Açıklama, aydınlatma, bilgi verme amaçlarıyla yazılır.
6.Öğretici metnin anlaşılması ve yorumlanması için okuyucunun verilen bilgiyi kavrayabilecek birikime sahip olması gerekir.
7.İfade hiçbir engele uğramadan akıp gider.
8.Gereksiz söz tekrarı yapılmaz.
9.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
10.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
11.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
12.Bu anlatım türü daha çok ansiklopedilerde ve ders kitaplarında kullanılır.
13.Tarihi metinler, Felsefi metinler, Bilimsel metinler gibi bölümleri vardır.



Örnek metinler
KLASİSİZM
Bu sanat okulunun gayesi tabiatı akla uygun bir şekilde taklit etmektir. Klasisizme göre sanatın üç temeli vardır: Akıl, sağduyu, tabiat. Bir eser güzelliğini, değerini akıldan alır. Sağduyuya uymayan hiçbir anlatımın estetik değeri yoktur. Hiçbir şey "gerçek"ten daha güzel olamaz. Ancak "gerçek" sevimlidir. İnsan ruhu inanmadığı hiçbir şeyden heyecan duymadığı için tabiatı taklit gerekir. Klasisizmde gayeye varabilmek için tabiattan ayrılmamak, akl-ı selimden uzaklaşmamak; Grek ve Latin kaynaklarından faydalanmak; sanatçının daima kusursuzluğa varabilmek için istek duyması şarttır. Klasisizm için "1660 Edebiyat Akımı" da denilir. Konuların insan tabiatına uygunluğu, davranışların aklın denetimine bağlı oluşu, konuların gerçekliği Klasisizmin temel özellikleridir. Gide'ye göre: "Klasisizm geçici rağbeti değil sürekli rağbeti arar." Ana dilin en güzel biçiminde yazılması, biçim kusursuzluğu, kurallara tam uygunluk, din dışı konulara eğilim klasik yapıtların temel nitelikleri arasındadır. Cornaille (Korneyıl), Racine (Rasin), Moliere (Molyer), La Fontaine (La Fonten), La Bruyere (La Buruyer) Klasisizmin en ünlü öncüleridir.


Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Açıklayıcı Anlatımın Özellikleri
Bu metinlerde amaç okuyucuya bilgi vermektir. Genelde öğretici (didaktik) metinlerde bu anlatım türü kullanılır. Onun için makale, eleştiri gibi yazılarda, tarih, coğrafya gibi ders kitaplarında bu teknik kullanılır. Yazar, okuyucunun bilmediğini düşündüğü bilgileri okuyucuya aktarır. Onu bilgilendirir. Yazarda, bu bilgileri ben biliyorum, okuyucu bilmiyor, anlatayım da öğrensin anlayışı vardır.

Klasik paragraflarda yani giriş, gelişme, sonuç cümlelerini içeren paragraflarda bu yönteme başvurulur.

Önce giriş cümlesiyle konu ve bakış açısı verilir, sonra gelişme cümleleriyle yardımcı düşünceler aktarılır ve ana düşünce belirtilir. Paragraflarda ana düşünce genellikle sonda bulunur ilkesine uygun bir anlatım yöntemidir.

Örnek: Teknik, bilimin kristalize olmuş halidir. Yani bilimin araç-gereç ve makineye dönüşmüş halidir. İnsanoğlu onun sayesinde ilkçağların karanlığından sıyrılmıştır. Kendine daha çok zaman ayırıp kültürel yönden olgunlaşmıştır. Birbirini sevmeyi, barış içinde bir arada yasamayı öğrenmiştir.


Bu paragrafın ilk iki cümlesi tanım cümlesidir. Diğerleri açıklama cümleleridir.


Konu: Tekniğin ne olduğu ve insana neler sağladığı

Yard. düşünce: Tekniğin insana zaman kazandırması, kültürel olgunlaşmayı sağlaması

Ana düşünce: Teknik insana birbirini sevmeyi ve barış içinde bir arada yaşamayı öğretmiştir.

Örnek: Divan edebiyatı Arap ve Fars edebiyatının Türk edebiyatındaki uzantısıdır. Hem içerik hem de biçim yönünden tam bir taklittir Divan edebiyatı. İşlenen konulara doğru düzgün bir konu eklenmemiştir. Biçim için de geçerlidir bu. Divan şairi, bu açmazdan kurtulmak için söz oyunlarına başvurmuştur. Bu nedenle Divan edebiyatı bir marifet gösterme edebiyatıdır.


Bu paragrafın konusu ilk cümlede, ana düşüncesi son cümlede bulunmaktadır. Diğerleri yardımcı düşünceleri veren cümlelerdir.

Konu: Divan edebiyatının özellikleri

Yard. düşünce: Divan edebiyatının içerik ve biçim yönünden Arap ve Fars edebiyatlarının tekrarı olduğu

Ana düşünce: Bir taklit olan Divan edebiyatının tek özgün yanı söz sanatlarına sahip olmasıdır.

Birinci cümlede konu, son cümlede ana düşünce verilmiştir.

Örnek: Öykü, boyutu ne olursa olsun, doğaya ve insana özgün bir bakış, özgün bir eleştiridir. Yaşamımıza yeni anlamlar, yöntemler, yorumlar getiren bir yazın sanatıdır. İster içten ister dıştan anlatsın; ister bir kişiyi, ister bir toplum kesitini anlatsın bir öykünün özentisiz, yalın, acık, gerçek, inandırıcı, kısa, vurgulayıcı ve çarpıcı nitelikte olması gerekir.

Birinci cümle konuyu, son cümle ana düşünceyi vermektedir.

Bu açıklama paragrafında da tanımlama dışında başka bir anlatım yöntemi kullanılmamıştır.

Konu: Bir öykünün tanımı ve önemli özellikleri

Yard. düşünce: Öykünün yaşama yeni anlamlar, yöntem ve yorumlar getirmesi.

Ana düşünce: Ne anlatılırsa anlatılsın özentisiz... çarpıcı bir nitelikte olması gerekir.


Örnek: Çocukluğum ve ilk geçliğim, haber saatleri dışında çok az açılan büyük bir radyodan başka lüksü olmayan ahşap bir evde geçti. Oturma odamızda duvarların tek süsü de babamın her yıl aralık ayı başlarında alıp getirdiği takvimlerdi. Üzerindeki resmi en ince ayrıntısına kadar ezberlediğimiz eski takvimin yerine yenisinin asılmasını büyük bir heyecanla beklerdik. Takvim yapraklarını koparmak babamın işiydi ve bunu son derece ciddiyetle yapardı. Takvimler bizim dünyaya açılan pencerelerimizdi.

Görüldüğü gibi bu parçada yazar bizim bilmediğimiz çocukluk anılarından söz ediyor. Daha açık bir ifadeyle yazar bu yazıyı, benim çocukluğumu okuyucu bilmiyor anlatayım da öğrensin diye düşünerek yazmıştır. Yani açıklama tekniğini kullanmıştır.

Örnek: Yazar olarak amacımın biri elbet yaşama tanıklık etmektir. Yaşanan değişimi yansıtmak. Ama bu kadar değil. Sonuç çıkarırım. Bunu serperim satırların katmanları arasına. Yazınsal yazıda birden çok katman bulunur. Resimde müzikte de öyle değil mi? Okur bu katmanlar arasına döşeneni bulur, onlardan, yararlanır. Yazarlığım görevci bir anlayışa yaslanır. Isıtarak, kavratarak, kabul ettirerek okurumu etkilemek isterim. Baştaki amacım etkilemektir diyebilirim.

Yazarın açıklamak istediği şey yazarlıktaki amacıdır. Yazı yazmaktaki amacının ne olduğunu açıklıyor. Parçayı, yazarın aşağıdaki yazıyı yazmaktaki amacına dikkat ederek okuyalım.

Örnek: Deneme sözcüğünü yeni bir edebiyat türüne ilk defa ad olarak koyan Montaigne olmuştur. Montaigne'in türlü konular üzerindeki düşünceleri gözden geçirilirse bu düşünceleri hiçbir plana uymadan hiçbir şeyi kanıtlamaya çalışmadan, sırf düşünmekten zevk aldığı bu zevki bize tattırmak istediği için yazdığı anlaşılır. Onun denemelerinin konusu bütün hayattır, hayat tecrübeleridir. Bu tecrübeler insan ruhu üzerine eğilen, gördüğünü tatlı bir dille ****lsiz ispatsız anlatan görgülü bir adamın hayatından derlenmiştir.


Okuduğunuz parçada yazar, deneme türü üzerine bize bilgiler vermeye çalışıyor. Yazarın tavrı, bunları ben biliyorum ama okuyucu bilmiyor, öyleyse okuyucuyu bilgilendireyimdir. Demek parçada açıklama tekniği kullanılmış.


Örnek: Halide Edip Adıvar'ın Bütün Eserleri serisinin ilki olarak yayımlanan Mor Salkımlı Ev, yazarın çocukluk günlerinden 1918'e kadar olan hatıralarıdır. Bir roman üslubuyla kaleme alınan eser, edebiyat meraklılarına olduğu kadar yakın dönem Türk tarihiyle ilgilenen okuyuculara da hitap ediyor. Yeni İstanbul Gazetesi'ndeki yayımı ve hatıralarının İngilizce baskısı ile karşılaştırılarak hazırlanan Mor Salkımlı Ev, yazarın özgün anlatımı ve sadeleştirilmemiş orijinal diliyle ve günümüz genç okuru da düşünülerek notlar ve açıklamalarla sunuluyor.

Okuduğunuz parçanın yazarı, bu parçayı yeni yayımlanan söz konusu kitap üzerine okuyucuya geniş bilgi vermek için yazmıştır. Yani açıklama tekniğini kullanmıştır.

Örnek: "Maddeler arasında iki tür tepkime olur: Fiziksel değişimler (hal değişimleri) ve yeni maddelerin oluşumunu sağlayan kimyasal tepkimeler. Isı her iki tepkimeyi de hızlandırır. Bunu görebilmek için iki bardak alın ve birine soğuk su, diğerine de sıcak su doldurun. Bardakların ikisine de aynı anda birer kaşık tuz atın ve izleyin. İki bardakta da tuz çözünecektir. Ancak sıcak su dolu bardakta tuzun daha hızlı çözündüğünü göreceksiniz."


Örnek Soru: Eylülde Kaçkarlar'ın çevresinde "kestane karası fırtınası" gelip çatar. Kestanelerin dökülme zamanıdır artık. Yöre insanı için kestanenin hem meyvesi, hem de kerestesi çok değerlidir. Çünkü evlerin özellikle dış cephesi bu ağaçtan yapılır. Rüzgârlar vadilerde uğuldamaya, yapraklar dökülmeye başlamıştır bugünlerde. Karın habercisi olan "karakuş" birazdan pencerenin pervazına tüner. Derinden kurt sesleri gelir. Orman tüm yaşamıyla hazırdır uzun ve beyaz kışa.

Bu parçanın anlatımında, aşağıdakilerin hangisinde verilenlerden yararlanılmıştır?

A) Karşılaştırma, tanımlama, öyküleme
B) Açıklama, öyküleme, betimleme
C) Tartışma, karşılaştırma, öyküleme
D) Tanımlama, örnek gösterme, betimleme
E) Açıklama, tartışma, örnek gösterme (ÖSS-2000) Yanıt: B

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Tartışmacı Anlatımın Özellikleri
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
3.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
4.Gereksiz ifadelere yer verilmez.
5.Karmaşık ve anlaşılması güç cümleler kullanılmaz.
6.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
7.Savunulan ve karşı çıkılan görüşlere yer verilir.
8.İki farklı bakış açısının olduğu konular bu türde işlenmeye daha elverişlidir.
9.Fıkra, deneme, makale, röportaj gibi türlerde kullanılır.
10.Yeteneğe, bilgi ve deneyime göre yöntem belirlenir.
11.Eleştirici bir bakış açısıyla yazılırlar. Anlatım tarzı sohbete varabilir.
12.İhtimal bildirmeyen, kesin, kanıtlanmış bilgiler kullanılır.

Bu tekniği kullanan yazarın amacı, okuyucunun herhangi bir konudaki fikrini değiştirmektir.

Bir konu üzerinde en az iki görüş vardır. Bu görüşlerden birisi yazarın görüşü, diğeri veya diğerleri başkalarının -belki de okuyucunun- görüşüdür. Yazar değişik yöntemler kullanır, ****ller getirir, ispatlar yapar ve parçanın sonunda kendi görüşünü haklı çıkarır.

Bu teknikle yazılmış parçalarda genellikle karşılıklı konuşma havası vardır. "Bence, bana göre, kanımca, bana öyle geliyor ki" gibi öznel yargı bildiren sözler dikkati çeker.

Tartışma yönteminde antitez, tezin önemini belirtmek, doğruluğu konusundaki kuşkulan yok etmek için kullanılır. Hızlı ve ekonomik okumalarda antitez bölümünün atlanması ana düşünceyi kavramayı engellemez.


Örnek: Doğayı sevmek;güzel bir nisan sabahı kırlarda dolaşmak, bir tek çiçeği koparmamak, bir tek karıncayı incitmemek değil, onu korumanın ve sevmenin bilincine ulaşmaktır.

Kırmızı renkli bölüm antitezdir.

Örnek: Kimi sanatçılar, sanatın amacını içerik olarak görür. Onlara göre iletecek bir şeyi olmayan, tek satır bile yazmamalı. Kimileri ise sanatı biçim olarak algılar. Onlara göre güzel olmayan hiçbir şey sanatsal değildir. Oysa sanatta içerikle biçim etle tırnak gibidir.

Kırmızı renkli cümle tez'dir.

Örnek: Hayır, kültür bir birikim ve sentezdir. Kim görmüş tümüyle özgün ve bir dönemde yaratılmış kültürü? Bir ulusun ya da bir toplumun kültüründe onlarca toplumun ve binlerce yılın katkısı vardır.


Kırmızı renkli cümle tezin son cümlesi yani ana düşünce cümlesidir. Bu ana düşüncenin karşıtı "hayır"dan önceki bölümde verilmiştir. Ancak bu bölüm burada verilmemiştir. Ama biz onun ne olduğunu tezin karşıtını alarak çıkarabiliriz.


Örnek: Her gece iki üç film seyreden televizyon tutsakları neyse, bir günde bir roman bitiren otobüste, trene, yolda, yatakta okuyanlar da odur. Yığınla kitap okumak övgüye değer değil bence. Okuyup düşünmek, o yapıtı yeniden yaratmak önemli. Bu da bir emek, sabır ve planlı çalışma işi. Diyeceğim on beş günde ya da ayda bir roman bitirip tam bitirmek. Bu nedenle "Çok okuyun." diyenlere karşıyım.

Kırmızı renkli bölümler antitez, diğerleri tezdir.

Örnek: Yazarlar okudukları bir metinden yararlandıklarında yazın dünyasında bir kızılca kıyamet kopuyor. Efendim bu özgünlükle bağdaşmazmış. O zaman bu yazarın kendi eseri olmuyormuş, gibi. Bana göre yazar, kibarca esinlenme denilen bu işte son derece haklıdır. Hatta ileri gidip adapte yapmada da özgür olmalıdır. Bu vaveylayı koparanlar, eserlerini o ana dek okudukları eserlerin katkılarını dışarıda bırakarak mı yazıyorlar sanki?

Okurken dikkat etmişseniz, yazarın görüşünün yazarların eserlerini yazarken başkalarından yararlanmalarının oldukça normal karşılanması gerektiği olduğunu sezmişsinizdir.


Yazarın çürüttüğü görüş ise yazarların eserlerini yazarken, önce yazılmış hiçbir eserden etkilenmemeleri gerektiğidir. Yazar tartışma yöntemini kullanarak başkalarının görüşünü çürütüp kendi görüşünü öne çıkarıyor. Yani yanlış görüşte olanların görüşünü değiştirmek istiyor.


Tartışma tekniğinde mutlaka farklı iki insanın olması ve parçada bunların isimlerinin geçmesi gerekmez. Önemli olan iki farklı görüşün varlığıdır ve bunların hangisinin doğru olduğu hakkında fikirler öne sürmektir. Hatta bu iki görüşün ikisi de yazarın görüşü olabilir, dikkat edilmesi gereken durum, fikirlerin tartılması ve doğru olanın belirtilmiş olmasıdır.

Örnek: Atilla İlhan'ı önceleri, hakkı olmayan bir şöhretle yaşamaya alışmış bir ozan olarak görürdüm. Buna, az şiir yazmasını da ****l gösterirdim kendimce. Son zamanlarda birçok yönüyle inceledim onu. Hemen söylemeliyim ki ozanımız bu dünyaya Allah vergisi büyük bir şairlik yeteneğiyle gelmiş. Kendine özgü bir seziş, duyuş anlatış gücü var. Şimdi bana onun imzası olmaksızın bir şiirini verseler belki kısa süren bir tereddütten sonra bu şiir onundur diyebilirim. Başka ozanlara benzemiyor onun duyuşları, hele hakkı olmayan bir şöhretle yaşayan bir şairin duyuşları hiç değil.

Parçada yazar kendine ait iki fikirden birini seçip üste çıkarıyor.


Okuduğumuz parçada tartışma var ama tartışma yazara ait iki görüş üzerinde yapılmış, ortada iki farklı insan yok. Parça, bu haliyle de tartışma tekniğine örnektir.

Örnek: Romantik ozanlardan biri olan Nerval'in sanat dünyasında adının anılmasını gereksiz görenler var. Bunlara göre sanatsal yönü pek güçlü değil onun. Oysa Romantik ozanlar arasında sembolistleri doğrudan etkileyen biri varsa o da Nerval' dir. Onun sembolizme katkısı en az Baudelaire kadar önemli, özellikle anılmaya değer. Tüm kitapları gerçek yaşamla düşler evreni arasındaki ilişkiyi çok güzel bir biçimde anlatan kitaplar.

Parça tartışma tekniği kullanılarak yazılmıştır. Söz konusu ozan hakkında bazılarının olumsuz bir görüşü vardır. Yazar bunu kabul etmemektedir. Yazarın üste çıkardığı görüşe ve çürüttüğü görüşe özellikle dikkat e****m.


Bu parçada yazarın çürüttüğü görüş. Nerval'in değerli bir ozan olmadığı görüşüdür. Yazarın görüşü ise bunun tersi Nerval'in çok değerli bir ozan olduğudur. Parçada bir görüş kötülenip bir diğer görüş yani yazarın görüşü haklı görülüyor, demek kullanılan teknik tartışma tekniğidir.

Örnek: Değer verip baş tacı ettiğim bir yazar gözlem ile deneyimin aynı şey olduğunu savunuyor. Üstüne üstlük ****ller getirmeye çalışıyor bu konuda. Şimdiye dek büyük yazar diye bildiğim bu kişi bilmiyor ki gözlem farklı, deneyim farklı, Gözlem, herhangi bir şeyi iyi anlamak için, onun kendi kendine meydana çıkan türlü belirtilerini gözden geçirme eylemidir. Deneyimle karıştırmamak gerektir. Kimya ve fizik bilgileri deneyimle, astronomi bilgileri ise gözlemle elde edilir. Şu durumda deneyimle gözlem ayrı ayrı şeylerdir.

Parçada tartışma tekniği kullanılmıştır. Tartılan görüşleri ve ağır gelen görüşü çıkarmaya çalışın.

Okuduğunuz parçada yazarın çürüttüğü görüş gözlem ve deneyim'in aynı olduğu görüşüdür. Yazar bu görüşle kendi görüşü olan gözlem ve deneyimin tamamen farklı olduğu görüşünü tartıyor ve kendi görüşünün ağır geldiğini gösteriyor. Böylelikle tartışma tekniğini uygulamış oluyor.


Örnek: "Tiyatronun önemli bir görevi vardır. Ancak bunu abartarak tiyatronun bir silah olduğunu söylemek ne kadar doğrudur? Tiyatro bir silah değildir, ama bir uyarıcıdır. Gerçi tiyatro tarihi içinde bazı temsillerin [oyun] ayaklanmalara sahne olduğunu, halkı heyecana getirdiğini görürüz. Ancak bu ayaklanmaları ortaya çıkaran tiyatro değildir; tiyatro ayaklanmaya uygun bir ortam içinde uyarıcı görevini yaptığı anda böyle ayaklanmalar ortaya çıkmıştır. Tiyatronun uyarıcı gücünün böyle geniş çapta bir devinimi gerçekleştirmesi, ancak o toplumun içindeki birikim ile olmuştur. Tiyatro, insanoğluna kendini gösteren bir aynadır; insanoğlunun eline silah veren bir yer değildir."

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Kanıtlayıcı Anlatımın Özellikleri
1.İnandırma, aydınlatma, kendi görüşünü kabul ettirme amaç edinilir.
2.Kavramları tanımlama ve açıklama önemlidir.
3.Okuyucu ve dinleyiciyi ikna etmek, düşündürmek ve üzerinde durulan konudan uzaklaşmamak için bazı kelime, kelime grupları ve cümleler tekrar edilir.
4. Konuşmacı ve yazar üzerinde durduğu konuyu aydınlatmak ve düşüncelerini kabul ettirmek için örneklere başvurur.
5.Konuşmacı ve yazar konuyu aydınlatmak maksadıyla farklı kişilerin düşüncelerine müracaat eder.
6.Kelimeler ve kelime grupları gerçek anlamında kullanılır.
7.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
8. "Tanımlama, açıklayıcı betimleme, sınıflandırma örneklendirme, karşılaştırma, tanık gösterme, sayısal verilerden yararlanma " gibi düşünceyi geliştirme yollarından faydalanılır.
9.Kanıtlayıcı anlatımda hitap edilen toplumun kültür düzeyi ve beklentileri önemlidir.

Örnek metin

YAZARLIK YETENEĞİ YİTER Mİ?
Yazarlık yeteneği yiter mi? Eskiden yitmeyeceği kanısmdaydım. Yazar nihayet, ilerleyemez, bir noktada kalırdı; niçin yeteneğini yitirsindi? Bu konuda okuduğum iki yazı bende karıncalanma yarattı. Bunlardan biri oldukça eski: Bir mizah dergisinde belki de bir Halkevi Dergisi'nde (unuttum şimdi), Hüseyin Rifat'ın eskiden ne güzel şiirler yazdığı, hatta Hayyam'dan ne güzel çeviriler yaptığı ama artık yeteneğini iyiden iyiye yitirdiği söyleniyordu. Fazla önemsememiş olacağım ki ya da Hüseyin Rifat gibi hiçbir zaman yakınlık duymadığım bir şairle ilgili bir saptama bende hiçbir izlenim uyandırmamış olacak ki okuyup geçmiştim. Sonra bir gün Sartre (Satr)'ın 'Edebiyat Nedir?'ini okudum (O kitabın çok önemli bulduğum son bölümü, yani yarısı Türkçeye çevrilmedi). Sartre da Fransız edebiyatında bazı yazarların yeteneklerini yitirdiklerinden söz ediyordu. O zaman, o Mizah Dergisi'ndeki ya da Halkevi Dergisi'ndeki yazı da dirildi, yem' bir güncellik kazandı bende.

Ama yine de yalnızca bir soruydu bu benim için: Yazar, nasıl olurdu da yazarlık yeteneğini yitirirdi? Okumuş olduklarını hiç mi hiç okumamış, daha önemlisi, yazmış olduklarını hiç mi hiç yazmamış bir duruma nasıl gelebilirdi?

Bu iki yazıyı okuyuşumun üzerinden yıllar geçti. Sonunda şu kanıya vardım: Yitiyor, yitebiliyor. Bir şair bir gün daha kötü bir şair, bir yazar daha kötü bir yazar hâline gelebiliyor. Hatta, bir bakıma kendi eski yazdıklarının okuru olma düzeyini artık tutturamamaya başlıyor. Bunu, bir şairin, bir yazarın belli bir anda oluştuğu doruk anına ya da durumuna artık bir daha ulaşamaması gerçeğiyle karıştırmayalım. Koşullar değiştiği için geri düşmüş olmak da ayrı şey. Yeni durumlara ayak uyduramamadan da eskimiş olmaktan da başka bir şey benim demek istediğim. Başarısızlıktan söz etmiyorum.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu son yıllarda eskimişti. Ama bir Necip Fazıl Kısakürek'te bir yetenek erozyonu olmuştur. Bir Falih Rıfkı Atay da öyle... John Steinbeck (Con Staynbek)'in son yıllarında, böyle bir durum görülmüştür. Öyle ki bu yazara Nobel Ödülü'nün verilişi bazı çevrelerde sürpriz olarak karşılanmıştı

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Düşsel Anlatımın Özellikleri
1.D.A.da konu; olağanüstü ve fantastik özelliklere sahip, hayal ürünüdür.
2.Zaman belirli ya da belirsizdir; olağanüstü özelliklere sahip olabilir.
3.Mekân, olağanüstü, düşsel öğelerden oluşmuş olabilir. Mekân günlük yaşamda karşılaşamayacağımız niteliktedir.
4.Kişiler çoğu zaman gerçekten uzak kişilerdir. Olağanüstü nitelikte olabilirler.
5.Düşsel anlatımda hayal, varsayım, abartma, kişileştirme gibi unsurlar çok kullanılır.
6.Daha çok di' li veya miş'li geçmiş zaman kipi kullanılır.
Örnekler: Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Gora, E.T,Yıldız Savaşları


Düşsel Anlatımla; Düşsel Olmayan Metinlerin Benzer ve Farklı Yönleri:
Benzerlikleri:
Her iki anlatımda da yapıyı meydana getiren ögeler (kişi,zaman,mekan,ve olay örgüsü)aynıdır.

Farklılıkları:
1.Düşsel anlatımda: D.A.da konu; olağanüstü ve fantastik özelliklere sahip,hayal ürünüdür.
Düşsel Olmayan Anlatımda: Konu yaşanmış ya da yaşanabilir olmalıdır. Günlük yaşama ait unsurlar konu olabilir.

2. Düşsel anlatımda: Tema hayali unsurlardan oluşur
Düşsel Olmayan Anlatımda: Tema konuyla ilgili olarak günlük yaşama ait, yaşanabilir özelliktedir.

3. Düşsel anlatımda: Zaman belirli ya da belirsizdir. Bazen zaman ötesi nitelikler taşır.
Düşsel Olmayan Anlatımda: Zaman belirli ya da belirsizdir. İçinde bulunduğumuz zamanın özelliklerine sahiptir.

4. Düşsel anlatımda: Mekân olağanüstü, düşsel ögelerden oluşmuş olabilir. Mekân günlük yaşamda karşılaşamayacağımız niteliktedir.
Düşsel Olmayan Anlatımda: Mekân, olağanüstü düşsel ögelerden uzak sıradan, günlük yaşamda karşılaşacağımız mekânlardır.

5. Düşsel anlatımda: Kişiler çoğu zaman gerçekten uzak kişilerdir. Olağanüstü nitelikte olabilirler.
Düşsel Olmayan Anlatımda: Kişiler gerçekte olabilecek, sıradan, günlük yaşamda karşılaşabileceğimiz kişilerdir.

Örnek Metinler
BİTMEYECEK ÖYKÜ
Hâlâ havada uçmaktaydı Atreju. Kırmızı pelerini arkasında coşkun kıvrımlarla dalgalanıyor, deri bir kemerle yatırdığı simsiyah kıvırcık saçları rüzgârın etkisinde uçuşuyordu. Beyaz uğur ejderhası Fuchur (Fuchır), gökyüzündeki dağınık bulutların ve sisin arasından ağır ağır, dalgalana dalgalana uçmaktaydı. Bir aşağı, bir yukarı; bir aşağı, bir yukarı...

Yola çıkalı ne kadar olmuştu? Günler geçti, geceler geçti; derken yine günler geçti. Atreju ne kadar zamandır yolda olduklarını bilmiyordu. Ejderha, uykusunda da uçabiliyordu; hep böyle gidiyor, gidiyordu ve Atreju da ejderhanın beyaz yelesine sımsıkı sarılmış durumda, ara sıra kestiriyordu. Ama bu, hafif ve huzursuz bir uykuydu. Bu nedenle de uyanışı bile, her şeyin belirsizleştiği bir rüyaya dönüşüyordu.

Altlarında, ta aşağılarda dağlar, beldeler, denizler, adalar ve nehirler... Hepsi gölgeler hâlinde geçip gidiyordu... Atreju artık hiçbir şeye dikkat etmiyor, Güney Kehanet'ten bu yana sık sık yaptığı gibi binek hayvanını da dehlemiyordu. Önceleri sabırsızlanmıştı çünkü bir Uğur Ejderhası'nın sırtında Fantazya sınırlarının ötesine yani insanoğullarının yaşadığı dış dünyaya varmanın pek güç olmayacağını sanmıştı.

Michael ENDE (Maykıl Ende)

AĞRI DAĞI
Çok çok zaman önce Anadolu'muzun doğusunun doğusunda ünlü bir Kafdağı varmış. Kafdağı, öyle böyle dağlardan değilmiş, soylu soplu, adı sanı belli bir dağlar padişahıymış. Koskocaman yamaçları, uçları bulutlara varan dorukları, yemyeşil uzanan etekleri varmış. Yaşarmış oğulları, kızları arasında. Kafdağı'nın kendisine benzeyen oğulları, kızları varmış. O bölgede bir dağ ailesi kurmuş.

Büyük oğiu Yeni Kafdağı, babasına benziyormuş. Büyük, gösterişli ve yakışıklıymış. Evlenme çağı gelmeden bulundukları yörenin az ötesinde yaşayan, kendi hısımları olan Küçük Ağrı Dağı'yla söz kesilmiş. Zaman dolunca Büyük Ağrı Dağı'nın kız kardeşi olan Küçük Ağrı Dağı'yla evleneceklermiş.

Büyük Ağrı Dağı, Kafdağı'nın karşısında onun kadar yüce, onun kadar kocamanmış ve kız kardeşiyle birlikte çok uyumlu, tatlı bir yaşayışları varmış.

Gel zaman git zaman, günler, aylar geçmiş aradan. Büyük Ağrı Dağı, ordusunu toplayıp çok uzun süren bir savaşa gitmiş. Savaş bu, ne zaman biteceği belli olur mu? Ordusuyla savaşıp uğraşırken o, Kafdağı'nın sağlığı bozulmuş. Çok yaşlı olduğu için yaşayacak dermanın tükendiğini anlayarak çevresindeki dağ oğullarına, dağ torunlarına durumunun iyi olmadığını bildirmiş. Gün gelmiş, Kafdağı ölmüş. Onun yerine yaşça büyük olan Ağrı Dağı'nın padişah olması gerekiyormuş. Bunu iyi bir zaman bilen genç Kafdağı, dağlar başkanı Büyük Ağrı Dağı, seferden dönmeden padişah olmayı tasarlamış, öteki tüm dağlara düşüncesini söylemiş ve padişahlık tahtına oturmuş, diğer küçük dağlar bu durum karşısında ona bir şey söylememişler. Sözlüsü olan Küçük Ağrı Dağı da sesini çıkaramamış. Padişahlık sırasının ağabeyinde olduğunu biliyormuş ama sözlüsü Kafdağı'na ağzını açıp bir çift sözcük söyleyememiş. (Anonim)

DÜNYALAR SAVAŞI
Marslıların besin kaynağı olarak inkâr edilemeyecek şekilde insanları tercih etmeleri, Mars'tan gelirken yanlarında erzak olarak getirdikleri kurbanlarının kalıntılarının yapısına bakarak açıklanabilir. İnsanların eline geçen kuruyup büzülmüş kalıntılarından anlaşıldığı kadarıyla, bunlar (bedenleri silikondan oluşan süngerler gibi) silikonlu, gevrek iskeletleri, güçsüz bir kas yapıları ve çakmaktaşı büyüklüğündeki yuvalarının içinde kocaman gözleri olan yuvarlak kafalı, yaklaşık 1.80 metre boyunda, iki ayaklan üzerinde durabilen yaratıklardı. Anlaşılan her silindirin içinde bunlardan iki üç tane getirilmişti ancak dünyaya ulaşmadan önce hepsi öldürülmüşlerdi. Bu onlar için iyi olmuş da denebilir çünkü bizim dünyamızda ayakta durmaya kalkışmaları, bedenlerindeki bütün kemiklerin un ufak olmasına yol açacaktı.

Uyumaya ihtiyaç duymuyorlardı, bir insanın kalbinin uyuduğundan daha fazla uyudukları söylenemezdi. Tekrar güç kazanması gereken büyük çaplı bir kas sistemleri olmadığından, bu periyodik dinlenme işlemi onların bildiği bir şey değildi, öyle görünüyordu ki ya çok az yoruluyorlar ya da hiç yorgunluk duymuyorlardı. Dünyadayken hareket edebilmek için mutlaka bir çaba harcamaları gerekiyordu ama yine de sonuna kadar hareket hâlinde kalabiliyorlardı. Yirmi dört saatin yirmi dört saatinde de çalışıyorlardı, dünyadaki canlılar arasında belki karıncalar için bu durumun geçerli olduğu söylenebilir.

H. O. WELLS (Vels)

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Söyleşmeye Bağlı Anlatımla Oluşturulmuş Metinlerin Özellikleri
1.Jest ve mimikler anlatımın gücünü arttırır.
2.Sohbet, mülakat ve diyalog, monolog metinleri söyleşmeye bağlıdır.
3.Karşılıklı konuşmalar, bağlama ve konuşulan kişiye göre değişebilir.
4.Görme ve işitmeyle kurulan iletişim önemlidir.
5.Vurgu ve tonlama önemlidir.
6.Hikâye, Roman, Tiyatro, Röportaj, Monolog söyleşmeye bağlı anlatımın kullanıldığı metin türleridir.
7.Roman, hikâye ve tiyatrolardaki karşılıklı konuşmalara diyalog, iç konuşmalara ise monolog denir.
8.Tekrarlar söyleşmeye bağlı anlatımlarda ifadeyi kuvvetlendirir.
9.Söyleşmeye bağlı metinlerde anlatımın süresi sınırlandırılmalıdır.

Örnek Metinler
ATTİLÂ İLHAN'LA MÜLAKAT

İnsanın zevkle okuduğu romanlar, şiirler vardır. Hani canı sıkıldığında defalarca okuduğu hâlde, elinin yine de ilk onlara uzandığı kitaplar... Ekolleşmiş anlatımı olan bazı yazarlarımızın yapıtları artık alışkanlıklarımız olmuştur. Bu haftaki konuğumuz, hepimizin kitaplığına aşina olmuş bir yazar. Hem yazar hem şair hem senarist hem gazeteci hem de araştırmacı Attilâ İlhan...

- Sayın İlhan, dilerseniz öncelikle edebiyat alanına girişiniz ve verdiğiniz ilk ürünleri öğrenelim sizden.

- Edebiyat dünyasına pek erken girdim denilebilir. Gerçekten çocuk denecek yaşta yazıyordum ben. İlk şiirimi ilkokul üçteyken, ilk romanımı da orta ikide yazdım. Yazmak bende önüne geçilmez bir hevesti.Şiiri de o gün duygulanıp şiir olarak yazıp bırakmıyorum. Yazmak benim için sürekliliktir. Liseye kadar bu şekilde sürekli olarak yazdım. 1946'da lise ikinci sınıfta iken şiir dalında bir sanat armağanında derece aldım. Ve edebiyat alanına paraşütle bir iniş yaptım... Kendimi bir anda şiir dünyasında buldum... Aslında o ana kadar yazılmış on romanım vardı. O, on romanı yayımlayamadım... Ve artık beğenmediğim için de yayımlamayacağım. "Sokaktaki Adam" yani basılan ilk romanım, benim on birinci romanırndır.

- Çalışma düzeninizden bahseder misiniz? Edebiyat alanında en üretken yazarlarımızdan bifmnfo. Bunu nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

- Felaket, asap bozucu nitelikte disiplinliyimdir. Sabah 07.00 - 09.30 arası, öğleden sonra ise 15.00-19.00 arası benim çalışma saatlerimdir. Geceleri kesinlikle çalışmam. Gece hayatım, içkim, sigaram olmadığı için erken kalkarım ve güne zinde başlarım. Üretkenliğe gelince, bu sürekli çalıştığım için oluyor En kaim romanlarımı bile günde bir sayfa yazarım. "Nasıl yetiştiriyorsun?" diyeceksiniz. Sürekli ve disiplinli çalıştığım için oluyor bu. Öyle ki çalışırken şubat ayının 28 çekip çekmemesini bile dikkate alırım.

- Eserlerinizde kullandığınız dil hakkında neler söylemek istersiniz? Neden yoğun Osmanlıca brcMli yeğliyorsunuz?

- Ağdalı bir lisan kullandığım doğru. Fakat ben geniş bir tarih reformu içinde roman yazıyorum. 1900'lerin Selanik ve İstanbul'da geçen olayları ve bunları yaşayan insanları yazıyorum. Mesela ittihat ve Terakki'den bahsederken Türkçeleştireyim derken 'Birlik ve İlerleme Partisi' dersem komiklik yapmış olurum. O zamanki konuları dönemin insanları olarak koruyorum. Eğer o kavramları anlatamazsak o devri de anlatamam. Entelektüel ve siyasi kavramları dönemin yapısına uygun olarak koymak lazım.

- Peki, yetişen ve okuyan nesil tarafından anlaşılıp anlaşılmadığınız konusunda ne diyeceksiniz?

- Umurumda değil. Anlasınlar keratalar! Zaten öğrenmeleri gereken kültür varlığımız o dille yazılır. Şimdi dili değiştiriyoruz diye onları reddedemeyiz. Romanlarımda zaten ben konuşurken şimdi kullandığımız dille, onları konuştururken yaşadığı devirde konuştukları gibi yazıyorum. Son romanım "Dersaadette Sabah Ezanlarında devrindekilerden daha ağdalı bir dil kullanıyorum. Çünkü olay 1900'de ve Selanik'te geçiyor. Başka bir anlatım dili seçmem imkânsız.

...

- Şimdi biraz şiire dönelim. Siz edebiyat literatüründe şair sınıfından mısınız, yoksa yazar mı?
- Pek çoğu beni şair sınıfına sokar. Fakat ben kendimi şair olduğu kadar yazar ve gazeteci olarak da görüyorum. Senaryo da yazıyorum. Yani ben edebiyatın, yazım dünyasının içindeyim.
- Son bir sorumuz var Sayın İlhan. Edebiyatımız, hangi işlevi yüklenmesi gerektiğinin bilincine sizce vardı mı?
- Tam anlamıyla varmış diyemem. Henüz modalardan kurtulamadılar. Yine de birkaç önemli yazarımızın olduğunu kabul etmek gerekir. Şu andaki durumumuz, Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatı çizgisine girmiştir. Bu durum Tanzimat sonrası olan Batı etkileriyle eşdeğerdedir. Taklit edebiyatı gelişmiştir Artık Türk edebiyatının ulusal bilincine varması lazım. Şu an var olan kozmopolitliği de ilericilik sayıyor bazı yazarlarımız. İşin en komik ve acı olan yanı da bu. Aynı durum Türk edebiyatında olduğu gibi, sanatın her dalında, Türk sinemasında bile var. Estetik düzeyde ulusal özellikleri kavramak ve öncelikle ulusal bir
bileşime ulaşmak gerekir.

Tüles HASDEMİR

GELDİĞİ GİBİ
Şu kış günleri yok mu sevemiyorum bir türlü... Her yıl boyunca: İnsanların çalışırken en çok düşündükleri, en çok eğlendikleri mevsim kıştır. Uzun gecelerde ocak başına büzülüp ne yapacağını şaşıran kişioğlu aklını işletmiş; hakikatleri, sırları araştırmış; masallar uydurmuş; insanlar, yasalar koymuş Medeniyeti kışın getirdiği ihtiyaçlar yaratmış değil mi?" derim ama olmuyor işte, boşuna. Ta gençliğimde Remy de Gourmont (Römi dö Gurmon)'un bilmem hangi kitabında okuduklarımdan kalma bu yankı kandıramıyor beni Doğru sözler, doğru ya, beni avutmaya, güz sonu içimi sarmaya başlayan o korkuyu andırır perişanlığı gidermeye yetmiyor.

Soğuktan yakınacak değilim. Ne yalan söyleyeyim, öyle çok üşümedim ömrümde, serinlikler basınca sırtımı pekiştirmenin, oturduğum yeri ısıtmanın bir çaresini bulurum. Üşümenin, şöyle biraz üşümenin de bir tadı vardır doğrusu. Kar altında beş-on dakika, yarım saat yürüdükten sonra sıcak bir odaya girip parmaklarını hohlamanın zevkine doyulur mu? Gözlerinizin içi parlar. "Vuuuu! Üşüdüm!" diyerek mangala sobaya yaklaşırken gülümsememek, gülmemek elinizde midir? Keyifle hatırlarsınız üşüdüğünüzü...

Kışı, gündüzleri kısacık olduğu için sevmem. Sabahleyin bir türlü doğmak bilmeyen güneş çekip gider. Hele şimdi! Saat dördü biraz geçti mi, ortalık kararıveriyor Ne anladım ben ondan? Penceremden bakıyorum, tertemiz bir hava, berrak... Bir çekicilik vardır. Ankara'nınki İstanbul'unki gibi öyle baygın değildir; yarı sevdalı, yarı hüzünlü hülyalar kurmaya sürüklemez, insanı çıkıp gezmeye çağırır Ama nereye gideceksin? Sen daha biraz yürümeden sular kararacak, çevreni seçemez olacaksın Lambaların ışığı ne kadar parlak olursa olsun, gezmelere elverişli değildir.

"Yaşlandın sen artık, kocadın, yarım saat dolaşsan yoruluveriyorsun, dizlerin tutmuyor, bir de gezme sözü mü edeceksin?" diyeceksiniz. Haklısınız. Evet, yürüyemiyorum artık, çabucak bir kesiklik geliyor. Ama yaşlandım diye benim gezme, uzun uzun gezme hülyaları kurmamı da yasak edecek değilsiniz ya! Bırakın, unutuvereyım yaşlandığımı, unutayım da yaz gelince, o uzun günlerde dilediğimce gezebileceğimi umayım... Hem ben ışığı, ışıklı günleri yalnız gezmek, yürümek için sevmem ki! Bir yerde oturup çevrenize, ta uzaklara bakmanın da tadı yok mu? Gözlerinizin görebildiği bütün yerler sizindir, şu tepelerdeki ağaçlar, bir sıraya dizilmiş şu renk renk evler, şu uzaklaşan insan, şu yaklaştıkça yüzü beliren gölge, hepsi hepsi sizindir; sizindir de değil, sizsiniz onlar... Onlara baktıkça, onları gördükçe benliğimizin genişlediğini, zenginleştiğini duyarsanız. Yalnız değilsiniz, çevrenizde, gözünüzün görebildiği kadar uzaklarda hayat var, hepsini sevebilir, hepsini düşünebilirsiniz. Kışın ise öyle mi? Daralıverir, küçülüverir çevreniz. O kısacık günler, bu yeryüzünün varlıklarıyla beslenmenize yetmez, uzun gecelerde ise kendi kendinizle baş başa kalır, gündüz toplayabildiğiniz azıcık şeyi de çabucak tüketirsiniz. Ah, kış geceleri, bitmek bilmeyen, insanı kendi kendine, hep kendi kendini düşündürmeye sürükleyen kış geceleri! Size hep kendi kendinizi düşündürdüğü için de benliğinizi gözünüzde büyütür, büyütür. İçinizde tükenmez hazineler bulunduğunu sandırır... Evet, medeniyeti belki kışın getirdiği ihtiyaçlar yaratmıştır, kış geceleri belki hakikatleri araştırmaya, sırları çözümlemeye, masallar uydurmaya, araştırmaya, yasalar kurmaya elverişlidir ama bizi kendi kendimizle uğraşmaya, benliğimizi beğenmeye sürükleyen de odur.
Neye yazdım bu satırları? Hiç... Işığa hasretimi, ışıklı yaz günlerine hasretimi söylemek istedim, işte o kadar. Böyle geldi, böyle yazdım.

Laηє†Li мєLєq

Laηє†Li мєLєq
Hiperaktif Üye
Hiperaktif Üye

Mizahi Anlatımın Özellikleri
1.Okuyucuda uyandırılmak istenen etkiye göre düzenlenir.
2.Ses, taklit, hareket ve konuşma önemlidir.
3.Mizahi unsurlarda gerçekten sapma vardır.
4.Mizahi unsurları oluşturmada karşılaştırmalar, durumlar, hareketler, kelime ve kelime gruplarından yararlanılabilir.
5.Amaç okuyucuyu düşündürmek ve eğlendirmektir.
6. Roman, hikâye, tiyatro, şiir, deneme gibi türlerde kullanılır.
7.Mizahi anlatımlarda dil bir olayı anlatmak için kullanılır.(sanatsal, edebi işlevlerde kul.)

AL HAKKINI GİT
Nasrettin Hoca'nın, Akşehir'de kadılık yaptığı günler...
Yoksul bir adam, eline geçirdiği bir parçacık ekmeği ile birlikte bir aşçı dükkânının önüne gitmiş, orada fıkır fıkır kaynamakta olan bir et çömleğinin başına geçmiş. Ve sonra ekmeği, çömlekten çıkan buhara tutarak yemeye başlamış. Bunu gören aşçı dükkânının sahibi:
"Ver bakalım tirit parasını." demiş. Adamın yakasına sarılmış.
Yoksul adam:
"Yahu!" demiş dükkân sahibine. "Ben senin ne etinden aldım ne de etin suyundan, insaf et!"
Dükkân sahibi, yoksul adamı yakaladığı gibi Nasrettin Hoca'nın önüne getirmiş.
Olayı anlattıktan sonra:
"Bu adamdan şikâyetçiyim, paramı isterim Kadı Efendi." demiş.
Nasrettin Hoca, bir de yoksul adamı dinlemiş. Sonra cebinden birkaç akçe çıkarıp avucunda sallamaya başlamış. Sonra da dükkân sahibine:
"Bu sesi duydun mu?" diye sormuş.
Dükkân sahibi:
"Duydum, Kadı Efendi." demiş.
Nasrettin Hoca:
Bu ses, senin hakkın olan sestir. Al hakkını ve durma git.

TAM AÇLIĞA ALIŞIRKEN
Zorlu bir kış olmuş... Nasrettin Hoca'nın parası tükendikçe tükenmiş. Ne yapacağını şaşırmış. Sonunda çareyi masrafı kısmakta, aza katlanmakta bulmuş. Bu arada, eşeğinin yemini kıstıkça kısmış Nasrettin Hoca.
Azaltmış...
Azaltmış... Her gün biraz daha azaltmış...
Hayvancağız, yavaş yavaş gücünü yitirmeye başlamış. Yemini azaltmasına karşın, eşeğin yaşadığını gördükçe seviniyormuş Nasrettin Hoca. Ve günbegün, yemi azaltmayı sürdürmüş.
Ama bir sabah ahıra gittiğinde ne görsün, hayvan ölmüş.
Nasrettin Hoca:
Ahh çekmiş derinden, tam açlığa alışırken öldü zavallıcık...

TAŞLAMA
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selâm vermek için kesan beğenmez

Âleme ta'n eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan
Camiye gelir de erkân beğenmez

Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu'm-ı fâsidince keyf getirecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahvede fağfuri fincan beğenmez

İş gelmez elinden gitmez bir kare
Aslında neslinde giymemiş hare
Sandığı gömleksiz duran mekkâre
Bedestene gelir kaftan beğenmez

Elin kapısında karavaş olan
Burunu sümüklü gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berbere gelir de dükkân beğenme

Dağlarda kırlarda gezen bir yörük
Kimi tımar sıpah kimisi bölük
Bir elife dili dönmeyen hödük
Şehr-istana gelir ezan beğenmez

Yaz olunca yayla yayla göçenler
Topuz korkusundan şehre kaçanla
Meşe yaprağım kıyıp içenler
Rumeli Yenicesi duhan beğenmez

Kazak Abdal söyle bu türlü sözü
Yoğurt ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre inse bir köylü kızı
İnci yakut ister mercan beğenmez ( Kazak Abdal )

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz