Reha Çamuroğlu
--------------------------------------------------------------------------------
Reha Çamuroğlu, 20 Ağustos 1958'de İstanbul'da doğdu. Babasının adı
Yaşar İhsan, annesinin adı Gülen'dir. Tarihçi-Yazar; Boğaziçi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi. Büyük
Larousse ve Ana Britannica ansiklopedilerinde tarih yazarlığı ve
redaktörlük, Cem ve Nefes dergilerinin ise yazı işleri müdürlüklerini
yaptı. Almanya'da bir dizi üniversitede konuk olarak ders ve
konferanslar verdi. 12 telif ve 2 tercüme eseri yayımlandı. TYB
tarafından "2001'in En İyi Romanı Ödülü"ne layık görüldü. Aynı yıl
"Hacı Bektaş Barış ve Dostluk Ödülü"nü aldı. Çok iyi düzeyde İngilizce
bilen Çamuroğlu, evli ve 1 çocuk babasıdır.
HAKKINDA YAZILANLAR
REHA ÇAMUROĞLU İLE SÖYLEŞİ
Yeniçeriler, Bektaşiler ve Modernleşme Süreci
METE TUNÇAY
BİLMEZ BÜLENT CAN
Bilmez Bülent Can (BBC)- Söyleşi konumuzun sınırlarını belirlemekle
başlayalım. Osmanlı tarihinin belli bir dönemine baktığımızda, aynı
modernleşme sürecinde Bektaşiler, yeniçeriler ve modernleşmeci Osmanlı
yönetimi çıkıyor karşımıza. Yaşanmakta olan bu modernleşme sürecinde,
Yeniçeri Ocağının ortadan kaldırıldığını ve Bektaşiliğin bir süre için
yasaklandığını biliyoruz. Bu süreçte rol oynayan aktörler olarak,
Bektaşiler ve yeniçerilerin yanı sıra, ulema ve diğer tarikatları da
unutmamak gerekiyor. Ayrıca zamanla sarayın etrafında oluşan modernist
bürokrasinin ve tekrar güçlenecek olan Bektaşilerin yeni aktörler
olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında bu sürece katıldığını biliyoruz.
Reha'nın bu konuda yazdıklarından yola çıkarak, bu "çokbilinmeyenli
denklem"i konuşmadan önce, Yeniçeri Ocağının kapatıldığı 1826 yılına
kadarki tarihi tartışalım isterseniz.
Benim bu konudaki ilk sorum, Bektaşiler ile yeniçerilerin ilk olarak
bir araya gelmesi ve kaynaşmasıyla ilgili: Ne zaman başladı bu ve hangi
oranda gerçekleşti? Çünkü Suraiya Faroqhi'nin Toplumsal Tarih'in bu
sayısında yayımlanacak yazısında, bu konudaki bilgilerin sözlü geleneğe
dayandığı, aslında arşiv çalışmalarına dayanarak, yeniçerilerin ne
kadar Bektaşi olduğunun, hatta Yeniçeri Ağası, Padişah ve Hacıbektaş'ta
oturan Dedebaba arasındaki ilişkinin bile ortaya çıkarılamadığı
söyleniyor. Hacıbektaş'taki Pirevi'ne ve tekkelere atama yetkisi
konusu, yani periferideki bir tekkenin başına gelecek dervişin atanma
işinin ne kadar Dedebaba tarafından yapıldığı, saray veya bölgesel
grupların ne kadar etkili olduğu gibi konular kesin olarak bilinmiyor.
BEKTAŞİLİK-YENİÇERİLİK İLİŞKİSİ
Mete Tunçay (MT)- Reha'nın Vaka-i Şerriye kitabındaki tezlerinden biri,
belki de en önemlisi, Bektaşilik-yeniçerilik ilişkisinin başlangıçtan
beri olamayacağı. Şunu her zaman merak etmişimdir: Eğer bütün Kapıkulu
askeri yeniçeri Bektaşi idiyse, Yavuz Selim nasıl olup da Çaldıran'da
Şah İsmail'e karşı savaşabildi? Orada senin tezin şu: Bu, sonradan icat
edilmiş bir gelenek olmalı; yoksa Hacı Bektaş-ı Veli'nin bu ocağı
takdis etmesi, bu konudaki gülbankların falan çıkması daha sonraki bir
tarihte olmalı, buna bir tarih verebiliyor musun?
Reha Çamuroğlu (RÇ)- 16. yüzyılın ikinci yarısı ve sonları diye
düşünüyorum. Çaldıran sahrasına Osmanlı ordusu yerleşirken Osmanlı
savaş divanında bir tartışma geçiyor. Hoca Sadeddin bunu ayrıntılı
veriyor Tacü't-tevarih'te. Tartışma şu: Orduyu dinlendirip mi hücuma
geçelim, hemen mi hücuma geçelim? Aynı şey bu sırada karşı tarafta,
İsmail'in ordusunda da var. Osmanlı savaş divanında eğilim,
"dinlendirelim; onlar saldırırlarsa saldırsın, ama biz dinlenmeden,
dinlendirmeden saldırmayalım!" şeklinde. Şu anda adını unuttuğum, kâtip
düzeyinde bir görevli söz alıyor, "hemen saldırmalıyız!" diyor. "Niçin
hemen saldırmalıyız?" diye soruyor Yavuz buna. Diyor ki, "Rumeli'den
gelen akıncılar, bunların laflarına pek meyyal; bu lafları duymadan
hemen saldıralım." Onlar Bektaşi, yani Malkoçoğlu ailesi,
Evrenosoğulları, Rumeli'den gelen akıncılar�
MT- Yeniçeri değil ama.
RÇ- Değil, bu önemli: "Yeniçeriler" demiyor, savaşa erken girişmek gerektiğinin gerekçesi olarak.
MT- O halde birinci tespitimiz: Yeniçeri Ocağının kurulmasında Hacı
Bektaş-ı Veli'nin iştiraki, başından itibaren bu Bektaşi gülbanklarının
kullanılmış olduğu doğru değil. Bu bir "invention of tradition" olarak,
ancak 16. yüzyılın ikinci yarısında, Kanuni döneminde ortaya çıkmış bir
şeydir, diyor Reha.
RÇ- Gelenekte şu bile var: Yeniçeri, "yeni asker"den gelmez, "yen
çeri"nden gelir! Hacı Bektaş "yen"inden çıkarmıştır onları. Keramet
göstermiştir. Şifahi gelenekte bu vardır.
BBC- Bu hem Bektaşi geleneğinde var (mesela Turgut Koca'nın
yeniçerilerle ilgili kitabında anlattığı bu), hem de yeniçerilerin
kendi geleneğinde var.
RÇ- Tabi, bence yeniçeriler kendilerini, en azından uzun yüzyıllar
boyunca bir lonca olarak gördüler. Yani onların yaptıkları, icra
ettikleri, bir meslek. Tabii ki "meslek" bugünkü "profession" anlamında
değil, çünkü kunduracı da başka türlü bakıyordu mesleğine o
yüzyıllarda. Yaptıkları bir meslekti ve bir mesleğin ve bir loncanın
"nur"suz ve "pir"siz olması düşünülemezdi. Her loncanın bir pir
geleneği var.
MT- Mesela Hz. İsa hekimler loncasının piridir, Hz. Muhammed tüccarlar
loncasının piridir. Onun gibi, bu askeri loncanın da piri Hacı Bektaş-ı
Veli'dir?
RÇ- Bir şekilde belli güçler dengesine uygun, belki yeniçerilerin kendi
kabul ettikleri, kendi meyyal oldukları, belki de belli bir dönem
devletin tavsiyesiyle yönlendirildikleri bir "pir" olabilir Hacı
Bektaş. Ama mehter pirsiz ve nursuzdur, yani mehterin piri yoktur. Bir
meslektir mehterlik, ama mehterliğin piri yoktur; çünkü müzik
konusundaki hadisler onlara bir pir vermeye engeldir. Onların pirsiz
kalması istenmiştir, çünkü sırf savaş için müzik kullanılması nispeten
ehven görülmüştür.
BBC- Bu "iç içe geçiş" olayı 16. yüzyılda bir anda mı oluyor? Mesela
Kalender Çelebi örneğini veriyorsun kitabında: Resmen heteredoks bir
ayaklanma söz konusu ve yeniçeriler tarafından bastırılıyor. 1550'lere
kadar kesinlikle zaten bu süreç başlamamış diyelim ve bu yüzyılın
ikinci yarısında başlatalım, ama bir anda olup bitmediğine göre, bunun
ne zaman tamamlandığıyla ilgili olarak yaklaşık bir tarih verebilir
miyiz? Gerçekten sarayın yeniçerileri artık Bektaşi olarak tanımlamaya
başladığı yaklaşık bir tarih var mı, yoksa hiç tamamlanmıyor mu bu
süreç?
RÇ- Tamamlanmasa Bektaşi tarikatını niye yasaklasın 1826'da?! Ayrıca
bütün dönem boyunca ulemanın söylemi, yeniçerilerin "Bektaşiler gibi"
olduğu, Bektaşi yeniçerilerin kâfir olduğu düşüncesi üzerine oturuyor.
Ocağın önde gelen ağaları ("bıyığını balta kesmez ağaları" deniyor )
"Dudman-i Bektaşiyan" adıyla anılıyor.
Yeniçeriler kapıkulu sipahileriyle dövüştükleri zaman, 1644 ya da
1648'de, (tam tarihini şu anda hatırlamıyorum) Sultan Ahmet Meydanı'nda
kapıkulu sipahilerini kırarlar. Yok ederler neredeyse. O zaman iki
heterodoks tarikatın birbirine düşman kesildiğini görüyoruz: Bektaşiler
ile Melamiler... Çünkü sipahiler Melamilere, heterodoks bir tarikata
bağlıdır. Artık 17. yüzyılın ilk yarısında kesin bir şekilde
yeniçerilerin Bektaşilere ve Bektaşilerin yeniçerilere ait olduğu
görülmektedir.
ULEMA MODERNLEŞMEYE ENGEL MİDİR?
MT- İkinci bir konu olarak, devşirme hikâyesini merak ediyorum.
Devşirme ne zaman ****ndi? Bana öyle geliyor ki devşirme sistemi yavaş
yavaş gevşedi ve ocağın kaldırılmasına kadar devam etti aslında.
RÇ- Şunu söylemek mümkün gibi geliyor bana: Devşirme sistemi hiç
****nmedi! 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, turna katarlarının
(çocukları toplayıp getirmelerine "turna katarı" deniyor) durduğunu
görüyoruz.
MT- Ama 19. yüzyılda hâlâ devşirme var.
RÇ- Bunlar daha çok Enderun'a alınıyor. [Reşat Ekrem] Koçu çok güzel
anlatır ya hani, elini ayağını beğenir, "Aman ne güzel oğlan!" der ve
alır saraya. Onlar saraydan çıktıkları vakit ocağa kaydedilmezler,
kazan defterine yazılmazlar. Yeniçeri değildir onlar, kapıkuludurlar.
MT- Dönüş 17. yüzyıl mı diyorsun?
RÇ- Evet, çünkü ondan sonra zaten yeniçerilerin çocuklarının
yazılmasıyla, loncalardan insanların yazılmasıyla başa çıkamaz hale
geliyorlar. Mesela Bektaşi tarikatının sözlü geleneğinde bu çok net
konu. Turgut Baba diye bir Arnavut Bektaşi vardı, dört sene önce hakka
yürüdü. Beş kuşak Bektaşi'ydi kendisi. İşte Sütlüce'de dokuma
loncasıyla Bektaşilerin ilişkisini anlatırdı. Topkapı'da demircilerle
Bektaşilerin ilişkisini, Yedikule'de dericilerle Bektaşilerin
ilişkisini. Bektaşiler bir dolayım teşkil ediyor ve yeniçeri çocukları
ve loncalardan ocağa kaydolmak isteyenler zaten inanılmaz bir fazla
yaratıyorlar. Dışardan devşirmeye ilişkin o dönemde bir iz görmedim.
MT- O halde ikinci tespitin, bu yeniçeri ocağına devşirme adam da aşağı yukarı aynı dönemde sona ermiş.
RÇ- Evet, yeniçeriler bu dönemde artık evlenme hakkını ve meslek tutma hakkını elde ediyorlar.
MT- Yeniçeriler "kul oğlu" diye çocuklarını ocağa sokuyorlar, onlar
gidip çeşitli loncalarda ticaret yapıyorlar, esnaflık yapıyorlar. Bir
de aynı zamanda tersi oluyor: Loncalar adam vermeye başlıyor...
RÇ- Bunların çoğu, "taslakçı" denilenler, fahri yeniçeri. Yeniçeri
ortalarının, diyelim 56. ortanın işaretini ("balta"deniyor ona)
yaptırıyor dövme olarak koluna, ama o ortanın defterine kayıtlı değil.
Maaş almıyor, ulufe almıyor. Fakat o "orta" ona izin veriyor bunu
yapması için. "Taslakçı kardeşimiz" veya "taslakçı yoldaşımız" diyor�
MT- Bir çeşit fahri üyelik gibi bir şey.
BBC- Yeniçeri olmamasına rağmen, bazı esnafa da yapıyorlar bunu değil
mi? Bazıları yeniçeri, bazıları hiç değil, ama öyle bir işaret koyuyor
"bizim korumamız altındadır!" gibi...
RÇ- O başka bir şey! Benim sözünü ettiğim, hem yeniçeri hem de esnaf,
"halk" olanlar. Mesela II. Mahmut Topkapı Sarayı'nda şeyhleri topluyor
1826 olayından önce. Orda bir şeyhin itirazı oluyor yeniçerilerin yok
edilmesine. Diyor ki "bunlar ahalinin çoğunluğudur", "ahalinin
çoğunluğunu mu yok edeceksiniz?" diyor. Bu şekilde, esnafla
bütünleşmeleri gibi bir durum var. Benim özellikle söylemek istediğim
şuydu: Bizim tepeden inme modernleşme tarihimizin başında, iddia
edilegeldiği gibi, ulema "engel" falan değil.
MT- O da modernleşmeyi destekliyor...
RÇ- Tabii! Aktif olarak. Ulema eğer sarayın yanında yer almasaydı, muhtemelen saray yok olacaktı, son ayaklanmada.
BBC- O zaman, tam da burada modernleşme sürecinde ortaya çıkan,
çokbilinmeyenli denkleme geçebiliriz sanırım. Şimdi şunu anladık;
yeniçeriler Bektaşileşiyorlar, ancak bir konu tam açık değil: Tarikatın
kendisi nasıl bakıyor bu olaya? Çünkü yeniçeriler tarikatın içerisinde
bazı değişikliklere yol açmıyor mu? Diğer yandan, tespitlerin doğruysa,
yani Patrona isyanında, daha sonra III. Selim'in öldürülmesi olayında,
"ulema-yeniçeri işbirliği" iddiası tamamen yanlış mı?
RÇ- Yok değil!
BBC- Peki... Özellikle III. Selim olayında, bu isyan devletin
modernleşme ve merkezileşme sürecine tepki olarak çıkmıyor mu ortaya?
Bu anlamda da ulema, bu modernleşmeye tepki olarak, gerçekten yeniçeri
ile birlikte o sürece karşı çıkmış olmuyor mu?
RÇ- Şimdi burada başka bir şey var. Birçok yeniçeri isyanında, son
noktada ulemanın zorla, kılıç zoruyla yeni odalara, kışlaya
getirildiğini görüyoruz. Ama özellikle Son Yeniçeri'de ben bir şeye
dikkat çekmek istedim: 1826'da ve öncesinde, yeniçeriler giderek bizzat
hanedanın kendisini hedef almaya başlıyorlar. Hanedan karşıtı laflar
duyulmaya başlıyor. "Kırım hanını padişah yaparız!" gibi. Selim Giray'ı�
MT- Kırım hanları "yedek hanedan" olduğundan...
RÇ- Daha ilginci var: "Konya'daki Mevlevi Şeyhini padişah yaparız!" diyorlar...
MT- Yani Mevlevilere bu kadar sıcak mı bakıyorlar?
RÇ- Mesala, II. Mahmut'un Halet Efendisi vardır, Mevlevidir. Yeniçerilerle çok iyi ilişkisi vardır.
BBC- Peki Halet Efendi bu arada Rumeli'de Tepedelenli ile savaşırken de
Bektaşi düşmanı olarak çıkmıyor mu karşımıza? Tepedelenli, o bölgede
Bektaşiliğe dayanarak merkeze isyan eden biri. Nasıl yerine oturtuyoruz
tüm bunları? Halet'in sarayla böyle bir yakınlığı var ve Tepedelenli de
kendi bölgesinde Bektaşilere dayanarak saraya karşı...
RÇ- Şimdi bir şeyi görmek lazım: Rumeli zaten uzun yıllardır neredeyse
özerk. Yani Rumeli, kafasına yatarsa uyguluyor fermanları zaten. Bosna
hep öyle. Edirne yeniçeri ve Bektaşi cumhuriyeti neredeyse! Şehre
Nizam-ı Cedid ordusunu sokmuyor. Silivri'den itibaren ayaklanmalar
başlıyor.
MT- Zaten Reha, Erich Zürcher kitabında çok net söylüyor (çok basit bir
şey, ama bizim göz ardı ettiğimiz bir şey): Osmanlı İmparatorluğu bir
"pre-modern imparatorluk" olduğu için, "standart yönetim" diye bir şey
yok 19. yüzyıla kadar. Birçok bela modernleşmeyle beraber standart
yönetimin gelmesine...
RÇ- Bu nedenle "standart çıkarlar" diye de bir şey yok.
MT- Doğru.
RÇ- "Halet Efendi orada Tepedelenli'ye karşı çıkar, ama burada da
bunlarla ittifak kurar!" anlamında bunu söyledim, çünkü böyle bir genel
geçer çıkarlar bağlamında bakmıyorlar olaya. Güçler ayrı. İstanbul'da
da ayrı bir durum var.
NİZAM-I CEDİD'E KİMLER KARŞI ÇIKTI?
BBC- İstanbul'da yeniçerilerin Nizam-ı Cedid'e karşı çıktıklarını ve bu nedenle isyan ettiklerini biliyoruz.
RÇ- Yeniçerilerde böyle bir ayaklanma yoktur. Bir kere Nizam-ı Cedid'e
yeniçerilerin baştan karşı çıktıkları bir tevatür. Kendileri asker
veriyorlar, yoldaşlarını veriyorlar! İkinci bir nokta: İstanbul'a gelen
Fransız zabitlerle yeniçerilerin Aksaray'daki yeni odalarda, en büyük
kışlalarında birlikte yemek sofraları kurdukları, muhabbet sofraları
kurup içki içmeleri ve Fransız kralcılarla Fransız cumhuriyetçiler
kapışırken, müsademede Galata'daki (zannediyorum 56. ortadır Galata'nın
güvenliğini sağlayan yeniçeri ortası) yeniçeri ortasının Fransız
cumhuriyetçilerden yana tavır alması başka birtakım şeyleri getiriyor
akla. Hiç de yalıtılmış bir dünyada yaşamıyorlar. Yeniçeri meyhaneleri,
yeniçeri kahvehaneleri aynı zamanda Frenklerin de sık sık gidip geldiği
yerler. Denizcileri, cumhuriyetçileri, kralcıları, tüccarı... Son
Yeniçeri'de ben onun için bir beyanname olayına dikkat çektim. Padişahı
bir bildiriyle uyarıyorlar. Altına da "Ocaklı" diye imza atıyorlar.
BBC- O tamamen kurgu mu?
RÇ- Tamamen kurgu değil. III. Selim için kurgu, ama I. Abdülhamit'e
yapılmıştır bu. I. Abdülhamit'i beyanname ile uyarmışlar ve bunu
İstanbul'un her tarafına dağıtmışlardır.
MT- "Beyanname" adıyla mı?
RÇ- "Beyanname" adıyla! Dolayısıyla böyle bir beyanname geleneği,
"geleneği" diyemezsek de, "beyanname" diye bir olay girmiş. Bu tamamen
Batılı bir şey. Çoğalttırmışlar ve onu dağıtmışlar. Bu noktada ulema da
başka bir yerden muhalefet yürütüyor. Birincisi, Kırım kaybedilince,
çok büyük bir baskı yaratıyor: Müslüman toprağı kaybedilmiş!
Müslümanlar orada acı çekiyor, zulme uğruyor.
MT- "Darü'l-harp" oldu artık Kırım, ama Müslümanlar var.
RÇ- Evet. İkincisi, "nedir bu yeni kıyafetler?!" sorusunu soruyor
ulema, Nizam-ı Cedid'e karşı. Üçüncüsü de tabii, belki de "kalem
efendileri"nin ilk örneklerinden olan İrad-ı Cedid görevlileri yeni bir
zengin sınıf yaratmaya başladılar. Sonra "Rusçuk Yaranı" falan oluyor
ya bunlar. Yeni bir iktidar odağı ve zenginlik odağı. Ulemayla bunların
arasında bir çatışma başlıyor. Önemli bir başka şey (Son Yeniçeri'de
onu vurgulamaya çalıştım), III. Selim bir Mevlevi. Mevlana'yla Şems
ilişkisini andırır bir ilişkisi var Şeyh Galip'le. Osmanlı
padişahlarının bir tarikata intisap etmesi yeni bir olay değil, ama o
biraz fazla ileri gidiyor (!) burada; besteler yapıyor falan... ve Şeyh
Galip en yakın musahibi. Ulema, zannediyorum bundan da rahatsız oluyor,
çünkü saray ricalinin bir tarikata kaptırılıyor olması da ciddi bir
sorun ulema için.
KİM MODERNLEŞMEDEN YANA?
BBC- Aktörler konuluyor ortaya, bir de modernleşme diye bir süreç var. Kim bundan yana, kim buna karşı?
RÇ- Ulemanın kültürel, politik bir perspektifi yok elbette.
Modernleşmeye karşı olmak gibi bir perspektifi yok, çünkü II. Mahmut
yeniçerileri yok etmeye karar verdiğinde, önceden aldığı önlemlerden
biri olarak, ulemaya vakıf ayrıcalıkları verdiğini, ulemanın
ücretlerinde iyileştirmelere gittiğini, müderrislerin ücretlerinde
iyileştirmelere gittiğini, sübyan mektepleri meselesini onların
tekeline verecek şekilde yaygınlaştırdığını görüyoruz. Yeniçeriler var
hâlâ, 1826 öncesi... II. Mahmut yeniçerileri yok etme kararı almadan,
ulemayı yanına çekebilmek için çok sistemli bir ön hazırlık yapıyor.
II. Mahmut'un burada temel amacı, para, hazinenin gücü ve sağlayacağı
ayrılacaklar: Ücretlerdeki artışlar, vakıflara getirilecek
ayrıcalıklar... Daha sonra Kemalist bürokrasi, Mahmut'u bu nedenle
eleştiriyor: "Mahmut neredeyse Mustafa Kemal'in öncülü, ama gericilere
karşı mücadelede radikal davranamamış!" gibi bir yaklaşım getiriyor.
BBC- II. Mahmut'un nasıl tahta geçirildiği biliniyor. 1826 eylemi için
hazırlıklarını yapıyor, ulemayı yanına alıyor. Burada ulemanın tavrında
bir kırılma oldu diyelim. Ondan önce, olup bitenlere karşı kaygıları,
kuşkuları, tepkileri var. Dolayısıyla da yeniçerilerin isyanına destek
var, ama 1826'ya kadar II. Mahmut'tan "hayır tasfiye edilmeyeceksiniz,
bu modernite süreci içine katılacaksınız" sinyalleri alıyorlar.
Bektaşiler ve yeniçeriler bu modernleşmeye karşı değil mi? Sanki onlar
aslında rahatsız değilmiş gibi koyuyoruz burada. O zaman 1807-08
olayları nasıl meydana geldi?
RÇ- Hayır, ben bunu demiyorum ki. Ben açıkça şunu dedim: Mesele,
"modernleşme" ya da "anti-modernleşme" değil. Mesele, bu modernleşmenin
hangi güçler aracılığıyla ve nasıl yapılacağı.
BBC- Yeniçerilerin ve Bektaşilerin tavrı ne? Bu sürecin neresinde olmak istiyorlar?
RÇ- Son dönemlerde, 1826'ya kadar, yeniçerilerin yüzde 10-15'i savaşa
gidiyor ama bunlar hâlâ Osmanlı ordusunun merkezini, bel kemiğini
oluşturuyor ve hiç de öyle zannedildiği, ileri sürüldüğü gibi bir
"bozgunlar silsilesi" yaşamıyorlar. Bu yüzde 10-15'lik kesim Batı'nın
yeni silahlarıyla karşı karşıya ve bunlar varlıklarını, mesleklerinin
devamını da hâlâ bunda buluyorlar. Mesela 1788'deki Şebeş savaşı açıkça
gösteriyor ki yeniçeriler yeni savaş teknolojisine uyum sağlamışlar. Şu
gözden kaçırılıyor: "Osmanlı bozgunları" deniyor, ama 1788'le başlayan
savaş serisinde, Şebeş sırasında Osmanlı ordusu kendisinin iki misli
Avusturya ve Rus ordularıyla savaşıyor. İki ayrı cephede. Avusturya
ordusunu, ordulardan birini, yeniyorlar. Hatta Kayzer'i az daha
yakalayıp esir edecekler. Bu yıllar yeni top teknolojisinin çıktığı
dönem. Kalibresi gelişmiş toplarla seri atış başlamış ve yeniçeriler
döneminde Osmanlı'nın bunlara uyum sağladığını görüyoruz. 15-20 bin
kişilik bir askeri gücü İstanbul'dan alıp Transilvanya'ya götürmek,
talimsiz mümkün değil zaten. Dolayısıyla yeniçerilerin bu "eşkinci"
denilen "seferi gücü" yok edilene kadar, askeri geleneğin çekirdeğini
oluşturuyor ve bunlar Batı'daki değişimlerden ilk mutazarrır olanlar.
İçinde bulundukları durumda, eskisi gibi devam edemeyeceklerine dair
işaretleri almamaları mümkün değil! Bu nedenle diyorum ki ben,
bunların, kendilerini eğitmeye gelen Fransız subaylarıyla falan hiç
kötü ilişkileri yok.
BBC- O zaman sorun nedir? Yeniçeriler ve Bektaşiler açısından....
RÇ- Sorun şu: Saray var, ulema var ve esnaf loncaları ile yeniçeri var.
Sorun, yaklaşmakta olan değişim sürecinde bu üç iktidar odağının
ilişkilerinin nasıl yeniden yapılanacağı, kimin borazanını daha çok
öttürebileceği...
BBC- Yeniçerileri 1809'da sokağa döken ne? Borazan diğerlerinin eline geçti diye mi korkuyorlardı?
RÇ- Tabii.
google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);