| Yaygın Forum|
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Türk Tarihçiler

Sayfaya git : 1, 2  Sonraki

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 2 sayfası]

1Türk Tarihçiler Empty Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:31 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Abdi Paşa (nişancı) . - (17.12.1691)


Osmanlı devlet adamı ve tarihçi. Asıl adı Abdurrahman�dır. İstanbul�un
Anadoluhisarı semtinde dünyaya geldi. Doğum tarihi belli değildir.
Eğitim ve öğretimini Enderun-ı hümayunda tamamladı. 1648�de Saray-ı
Hümayunun Büyük Oda kısmında ilk resmi vazifesine başladı. İki sene
sonra Seferli Koğuşuna atandı. Bu vazifede 1659�a kadar kalan Abdi
Paşa, Has Oda�ya tayin edildi. 1665�te tuğra çekme vazifesi verildi.
1668�de sır katipliğine getirilen Abdi Paşa ertesi sene Temmuz ayında
vezirlik rütbesi ile nişancılık nasbına tayin edilerek saraydan
ayrıldı. Uzun süre bu vazifede kalan Abdi Paşa Çehrin Seferi sırasında
İstanbul kaymakamı oldu (1678). Ertesi sene dördüncü vezirliğe terfi
etti. İkinci vezir iken 1682�de Basra valiliğine tayin edildi. On sene
kadar çeşitli illerde valilik yaptı. 1690�da Kandiye, sonra Sakız
muhafızlığına getirildi. Sakız muhafızı iken 1692 yılında vefat etti.

ESERLERİ

Abdi Paşa, devlet hizmetleri dışında Vekayiname adlı Osmanlı tarihi ile
meşhur olmuştur. Bu eserini Has Oda�da vazifeliyken Dördüncü Mehmed
Hanın isteği üzerine yazmaya başlamıştır. Eserin dili oldukça sade
olup, üslubu güzeldir. Dördüncü Mehmed Han zamanı için birinci derecede
kaynak olan bu eser, daha sonraki tarihçiler tarafından kullanılmıştır.
Eser henüz yayınlanmamış olup, yazma nüshası Topkapı Sarayı
Kütüphanesinde mevcuttur.

Abdi Paşanın, ayrıca edebi sahada da çalışmaları vardır. Abdi mahlası
ile yazdığı şiirlerini bir Divan�da toplamıştır. Ayrıca Ka�b bin
Züheyr�in Kaside-i Bürde�sine ve Divan-ı Urfi�deki bazı şiirlere
şerhler yazmıştır.

2Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:31 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Ahmet Muhtar Paşa ( 1861)- (16.03.1926)
--------------------------------------------------------------------------------
Yazar, tarihçi, tümgeneral ve ilk Askeri Müze Müdürüdür.1861 yılında
İstanbul'da doğdu. Kolağası Hasan Bey'in oğlu ve yazar Sermet Muhtar
Alus'un babasıdır. 1880 yılında Harp Okulundan topçu subayı, 1883
yılında Harp Akademisinden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun oldu. Harp
Okulunda ve Topçu Okulunda görev aldı. 1908 yılında Tümgeneralliğe
yükselerek Askeri Müzeye ilk müdür olarak atandı. Bir depo halinde olan
Askeri Müzeyi kuran kişi olarak tanınır. Yeniçeri giysilerini Askeri
Müzeye taşıttı. Silah tetkiki için bütün Avrupa şehirlerini dolaştı. 16
Mart 1926 tarihinde 65 yaşında iken İstanbul'da vefat etti.

3Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:32 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Ahmet Refik Altınay ( 1881)- (10.10.1937)
--------------------------------------------------------------------------------
Tarihçi, yazar, şair, Darülfünun Tarih Müderrisi ve yüzbaşıdır.1881
yılında Beşiktaş'ta doğdu.Kethüda Ürgüplü Ahmed Ağa'nın oğludur.İlk
öğrenimini Vişnezade İlkokulunda, orta öğrenimini Beşiktaş Askeri
Ortaokulunda ve Kuleli Askeri Lisesinde gördü.1898 yılında Harp
Okulundan piyade birincisi olarak mezun oldu.Küçük yaşta teğmen çıktığı
için kıtaya gönderilmeyip öğretmen sınıfında bırakıldı.Toptaşı ve
Soğukçeşme Askeri Ortaokullarında 4 yıl süre ile Coğrafya Öğretmenliği
yaptı. 1902 yılında Harp Okuluna Fransızca, 1908 yılında tarih
öğretmeni oldu. Tercüman-ı Hakikat ve Millet gazetelerinde başyazarlık
yaptı. 1909 yılında Genelkurmay Başkanlığı Yayın Şubesinde çalışırken
Askeri Mecmuayı yönetti.1909 yılında kurulan Tarihi Osmani Encümenine
üye seçildi. Fransa'ya tarihi araştırmalar için bir kurulla birlikte
gitti.1912 yılında Balkan Savaşında Askeri Sansür Müfettişi oldu.1913
yılında gözleri bozuk olduğu için yüzbaşı iken emekliye ayrıldı.1918
yılında İstanbul Darülfünun Osmanlı Tarihi Öğretmenliğine, 1919 yılında
Türkiye Tarihi Müderrisliğine atandı.Türk Tarih Encümeninde görev
aldı.1924-1927 yılları arasında bu encümenin başkanlığını yaptı.1932
yılında I.Tarih Kongresine katıldı.1933 yılında Üniversite
Öğretmenliğinde kadro dışı bırakıldı. 10 Ekim 1937 tarihinde
İstanbul'da 56 yaşında iken zatürreden vefat etti.Mezarı Büyükada'da
Tepeköy Mezarlığındadır. 116 eseri vardır

4Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:32 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye


Aşıkpaşazade ( 05.10.1392)- (26.10.1480)
--------------------------------------------------------------------------------
Aşıkpaşazade Derviş Ahmet 1393'te Amasya'da Elvan Çelebi köyünde doğdu.
Şeyh Yahya'nın oğlu, Tasavvuf şairi Aşık Paşa'nın torun çocuğudur.Bu
nedenle Aşıkî mahlasını kullanmıştır.1413 yılında hastalanıp Orhan
Gazi'nin imamının oğlu Yahşi Fakih'in evinde kaldığında Yıldırım
Bayazıd'a kadar yazılmış bir Osmanlı tarihini okuması, kendisini bu işe
verdirmiştir.1413-1419 yılları arasında Rumeli'de Musa Çelebi'nin
hizmetinde bulundu.1419 yılında köyüne döndü.1422 yılında köylerindeki
tekkeye uğrayan Mihaloğlu Mehmed Bey, Ahmed'i II. Murad'ın ordusuna
getirdi. II. Murad ile Mustafa Çelebi arasında yapılan Ulubat savaşını
seyretti. 1436 yılında hacca gitti.1437 yılında Üsküp'e gelip İshak
Bey'in yanında akınlara katıldı.1438 yılında II. Murad'ın Macaristan
seferine katılarak gazi oldu.1448 yılında II. Kosova savaşına girip
vuruşmuştur. 1453 yılında İstanbul'un alınışında bulundu.Fatih Sultan
Mehmed kendisine Cibali yakınında bir ev verdi.Evin yanına dedesi Aşık
Paşa adına bir mescit yaptırdı.Fatih'in hizmetinde çalışırken padişahın
çok beğendiği bir kişi olarak tanındı.1456 yılında Edirne'de Fatih'in
çocuklarının sünnetine davet edildi.Zeyni tarikatına girdi.1481 yılında
88 yaşında iken İstanbul'da vefat etti.Mezarı Cibali yakınındaki
Aşıkpaşa Mescidi bahçesindeki türbesindedir.

5Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:32 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Bekir Baykal ( 1908)
--------------------------------------------------------------------------------
Tarih profesörü, dekan, rektör ve yazardır.1908 yılında Rize'de
doğdu.Berlin ve Freiburg Üniversitelerinin edebiyat fakültelerini
bitirdi.1943 yılında profesör oldu. 1950-1952 yılları arasında Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanlığı yaptı.1960 yılında Atatürk
Üniversitesi Rektörlüğüne, 1961 yılında Kurucu Meclis üyeliğine seçildi.

ESERLERİ
(bazı) Birinci Meşrutiyet, Bağdat Demiryolları Problemi, Mithat Paşa Siyasi ve İdari Şahsiyeti.

6Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:33 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Celal Esat Arseven ( 1885)- (13.11.1971)
--------------------------------------------------------------------------------
Profesör, yazar, sanat tarihçisi, ressam, milletvekili ve kıdemli
yüzbaşıdır.1875 yılında İstanbul Beşiktaş'ta doğdu.Sadrazam Ahmed Esad
Paşa'nın oğludur.40 günlük iken babası ölmüştü. 1888 yılında
Galatasaray Lisesine girdi.Lisede okurken 1889 yılında Siyasal Bilgiler
Fakültesi'ne girdi ve mezun oldu.Güzel Sanatlar Akademisinde de okurken
II. Abdülhamid'in özel emri ile Harp Okulunun asiller sınıfına
girdi.1894 yılında piyade subayı olarak mezun oldu. 1908 yılında
kıdemli yüzbaşı (Kolağası) iken askerlik hayatından istifa ederek
ayrıldı.1908 yılında arkadaşı Salah Cimcoz ile "Kalem" adlı mizah
dergisini çıkardı. I. Dünya Savaşı sırasında Kadıköy Belediye Şube
Müdürlüğü, sonra ressamlarımıza Avrupa'da sergi açmalarını tertipleme
görevi yaptı.1921-1941 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi Mimari
Tarihi ve Şehircilik profesörlüğünde bulundu. 1923 yılından sonra
Darülbedayi Müdürlüğü, 1924-1941 yılları arasında Ankara şehri imar
müşavirliği, 1933-1937 yılları arasında Kadıköy Halkevi Başkanlığı,
Türk Sanatı Tarihi Enstitüsü üyeliği, 1942-1950 yılları arasında
İstanbul ve Giresun milletvekilliği yaptı.Üç kez evlendi. 1932 yılında
I. Tarih Kongresine katıldı.Ankara, İstanbul ve Roma'da resim sergileri
açtı.Pul, tiyatro, müzik ve gezi meraklısı idi. 13 Kasım 1971 tarihinde
96 yaşında iken İstanbul'da vefat etti. Mezarı Erenköy'de Sahrayı Cedid
mezarlığındadır.

Eserlerinden bazıları:Türk Sanatı Tarihi 4 cilt, Sanat Ansiklopedisi 5
cilt, Mimari Tarihi, Kamusu Sanat, Türk Sanatı, Şehircilik, Eski
İstanbul Abidat ve Mebanisi, Selimi Salis (Salah Cimcoz ile
yazdı-tiyatro), Saatçı (operet), Şaban (Viyana�da temsil edilin ilk
Türk operası)

Kaynak:Osmanlı Tarihi Yazarları M.Orhan Bayrak istanbul 1982 sf.50-52

Sanat ve Siyaset Hatıralarım
Celal Esad Arseven
Ekrem Işın
İletişim Yayınevi / Anı Dizisi

Celal Esad Arseven (1875-1971) resimden edebiyata, tiyatrodan sinemaya,
mimari ve şehircilikten sanat tarihçiliğine geniş bir alanda ürünler
vermiştir. Tanzimat döneminin devlet ricalinden, valilik ve sadrazamlık
yapmış Ahmet Esad Paşa'nın oğlu Celal Esad, küçük yaştan itibaren tanık
olduğu toplumsal hayatın hızlı değişimlerini, Batılılaşma çabalarını,
imparatorluğun çöküş sürecini farklı ürünlerle değerlendirebilmiş ve
çalışmalarını sistemleştirebilmiş ender aydınlarımızdandır. Osmanlı
modernleşmesinin kültürel dayanaklarını açıklamada birikimi,
yetenekleri, özgün söylemi ve sanatçı kimliği ile dikkat çeker.
Arseven, düşüncelerini savunmada kullandığı ilginç yöntemlerle de
tanınır. Şehircilik konusunda tartıştığı Şehremini Cemil Paşa'yı
(Topuzlu) alt yapının gerekliliğine inandırmak için Paris lağımlarında
sandalla dolaştırır. Kadıköy Belediye Dairesi Başkanlığı, Darülbedayi
Müdürlüğü, İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni üyeliği, iki dönem
milletvekilliği, Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu üyeliği, Sanayi-i
Nefise Mektebi'nde hocalık yapan Celal Esad'ın eserleri arasında Türk
Sanatı, Sanat Ansiklopedisi, Eski İstanbul, Eski Galata
ve Binaları vardır. Elinizdeki kitabı, Celal Esad Arseven'in Yeni
İstanbul gazetesinde yayınlanan "Türk Resim Sanatında Yetmiş Yıllık
Hayatım" adlı yazıları ile Dünya gazetesinde çıkan "Yıldız Sarayından
Mütarekeye kadar Celal Esad Arseven'in Hatıraları" başlıklı yazılarını
biraraya getirerek Ekrem Işın yayına hazırladı.

7Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:33 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Dursun Bey
--------------------------------------------------------------------------------
Tarihçi, defterdar, akıncı beyidir.Bursa'da doğdu.Asıl adı Tur'i
Sina'dır. Tursun Bey de denilmektedir.Fatih zamanı komutanlarından Ceb
Ali'nin oğlu, Karıştıran Süleyman Paşa'nın kayınbiraderidir.Medrese
öğrenimi gördü. Uzun yıllar Fatih Sultan Mehmed'in hizmetinde bulundu.
1453 yılında İstanbul'un alınışında Fatih Sultan Mehmed'in yanında idi.
Fatih Ayasofya'ya girdiğinde beraberinde olanlar arasında
bulundu.İstanbul'un ev ve dükkânlarının sayım ve tesbiti işlerinde
çalıştı.Belgrad kuşatmasında bir nevi vakanüvislik görevi yaptı.Mahmud
Paşa'nın 1458 yılında Sırbistan Seferinde Akıncı Beyi olarak
savaştı.1461 yılında Trabzon seferinde divan kâtipliğinde
bulundu.Anadolu Defterdarı, Anadolu Detterdarlığı kethüdası ve
Başdefterdarı oldu.1499-1508 yılları arasında vefat etti.

8Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:33 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Feridun Fazıl Tülbentçi
--------------------------------------------------------------------------------
Feridun Fazıl Tülbentçi, 1912 yılında İstanbul'da doğdu. Vefa
Lisesi'ni, Yüksek Ticaret Okulu'nu bitirdi. Ardından basın hayatına
atıldı. Ulus. Vatan, Cumhuriyet, Hürriyet gazetelerinde yazarlık yaptı.
Daha sonra İstanbul Radyosu'nda görev aldı. Edebiyata şiirle başladı.
Tülbentçi, radyoda "Geçmişte Bugün" adlı programı hazırladı. Tarihi
romanlar yazdı. 1982 yılında vefat etti.

ESERLERİ:
Barbaros Hayrettin Geliyor, Büyük Türk Zaferleri, Cem Sultan, Hurrem
Sultan, İstanbul'un Fethi (İstanbul Kapılarında), Osmanoğulları,
Sultanların Aşkı, Tarihe Şan Veren Türk, Turgut Reis, Türk Atasözleri
ve Deyimleri, Türk Tarihinden Sayfalar, Yavuz Sultan Selim Ağlıyor,
Geçmişte Bugün

9Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:33 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Hacer Mirgül Griffe ( 20.12.1954)
--------------------------------------------------------------------------------
H.Mirgül Eren Griffe, 20 Aralık 1954 Ankara doğumlu. Anne Galip Ali
Paşa Rızvanbegovic ve Hacı Bey Rızvanbegovic�in 6. göbek torunu. Baba
tarafından da Bosnalı Daltaban Mustafa Paşa�nın 6. göbek torunu. Yüksek
eczacı. Tahsilini Ankara Üniversitesi ve Zürih Teknik Üniversitesi�nde
tamamladı. Viyana, İsviçre ve Fransa�da mesleğiyle ilgili eğitimlere
katıldı. Yüksek lisansı Eczacılık Sanayinde Plus Valör (Artık değer)
konusunda yaptı. İleri düzeyde İngilizce ve Almanca, orta derecede
Fransızca bilir. YİSAV (Yükseliş Stratejik Araştırmalar Vakfı) ve
Türkiye Bosna-Hersek Dostluk Derneği�nin kurucu üyesi. Fransız
vatandaşı Berthand Griffle evli, çocuksuz. Bosna ve Hersek Tarihi,
Osmanlı ve Osmanlı öncesi dönemleri ile Kuzey Kafkasya Tarihi (Sovyet
İhtilali öncesi) konusunda araştırmalarını çeşitli devletlerin
arşivlerinde 1985�ten bu yana sürdürmektedir.

ESERLERİ

Osmanlı�nın Hizmetkarı
Galip Ali Paşa Rızvanbegovic-Stocevic
Babil Yayıncılık

H.Mirgül Eren Griffe

Yaşlı Paşa, okuduğu Kuran-ı Kerim'ini rahlesine bırakarak divanındaki
köşesine geçti ve düşünmeye başladı. Sultan Murat ve daha sonra da
Fatih Sultan Mehmet'le bağlandıkları Osmanlı Devletine, atalarından bu
yana karşı koymamışlardı. Devlet-i Aliye'nin yanlışlıkları konusunda
İstanbul'u uyarmış haksızlıklara karşı koymuş ama isyan etmemişlerdi.
'Kanuni'ye kadar, Osmanlı'nın o haşmetli ve çocuk yaştan itibaren savaş
alanlarında ve akınlarda yetişen Sultanları nerede' diye sordu kendi
kendine. Düşündükçe daha da hüzünleniyordu. Salih'in getirdiği kahveden
bir yudum aldı, belki de Osmanlının en batı ucundaki bu serhat
eyaletinin 400 yıldır ne kadar şehit verdiğini hatırlamak için. En son
Napoleon Ordusu Akka'ya dayandığında, Cezzar Ahmet Paşa ve abisi Hacun,
kaç Bosna ve Hersekli'yi Devlet-i Aliye adına, Din-i İslam adına kurban
etmemişler miydi? Daren**** Ali Paşa ile birlikte Sırp İsyanlarında kaç
evladını vermişti bu topraklar. Kavalalı'nın isyanında ve İngilizler
Çanakkale'ye dayandıklarında da Devlet-i Aliye, onlara 'yardımıma
koşun' dememiş miydi.

KİTAP TEMİNİ İÇİN
BABİL YAYINCILIK
0312 2120027
x

Kuş Gribi mi?
P..t Gribi mi?
H.Mirgül Eren Griffe
Belge Yayınları
Ankara Kasım 2005

Bu kitapta anlatılanlar, komplo teorilerinden çok uzakta olup mevcut bilinenlerin sistematik bir değerlendirilmesidir.

Bu çalışmanın amacı, Türkiye'nin jeopolitik yapısına uyumlu ve Ortadoğu
merkezli gerçekleştirilen yeni dünya düzeninin belirleyicileri ve
onların işbirlikçilerinin rastgele ve kontrolsüz olarak attıkları
adımların sonunda nelerin ortaya çıkabileceğini vurgulamak ve hepimizi
insanlık adına düşünmeye sevk etmektir.

Belge Yayınları
0312 3412352
x

AÇIKLAMA

Sayın Mahmut Çetin Bey,
X İlişkiler ve Boğaz�daki Aşiret isimli kitaplarınızı okudum. Bazı
yanlış bilgilendirmelerin ve gazete, magazin dergileri kaynaklı
kitaplarınızdaki bilgilerin gerçek ve makbul arşivlerin incelenmesi
sonunda ortaya çıkmadığına emin oldum.

Bendeniz, Şanar, Lale, Alpay, Can ile ata birliği olan bir kişiyim. Çok
şükürki, bizler Osmanlı'dan başlıyarak (15'ınci yy sonlarından) bu yana
Bosna Hersek'in mavi ve yeşilini, al zemin üstündeki ay ve yıldızla
bezemiş insanlarız. Geçmişimizden hiç bir zaman kaçmadık. Bogomil
kökenli bir Boşnak olduğumuzu da asla unutmayarak bu milletin asli
unsuru olarak o'na bağlı kaldık.

Bildiğiniz gibi Osmanlı Dünya devleti olmasını topraklarına Bosna�yı
1463te Hersek'i de 1480�de katmasıyla başlamıştır. Bosna ve Hersek
Osmanlı için bir serhat eyalet ve askeri karargah olmuştur. Osmanlı'nın
Fatih Sultan Mehmet'ten Karlofça Andlaşması süresindeki hemen hemen tüm
sadrazamları Bosna Hersek kökenlidir. Bosna Hersekliler Avrupalıların
adlandırdıkları gibi "Türk'ten daha Türk" tür. Bu zaman dilimi içinde
ve sonraları Anadolu�da. Osmanlı tebaası içindeki hangi millet bu
özelliği taşır. Bogomil kökenliler "boşnaklar" İslam�ın bayrağını
yaklaşık 600 yıldır taşımaktadırlar. Onların İslam anlayışı
Bektaşilikten başlıyarak 1826�dan sonra Nakşibendilikle sonuçlanır. Ama
bu dergahların şu andaki Bektaşi ve Nakşibendi dergahları ile uzaktan
yakından ilgisi yoktur. Her iki dergahta özünü Ahmet Yesevi�den alır.

Alpay'ın baba tarafı Naziki�dir. Aile bu dergahın kurucularındandır.
Hepizin ata dedesi Galip Ali Paşa Rızvanbegovic-stocevic tir.
(İstoliçeli Ali Paşa). O'nun aile kökeni ise bogomil güney slavdır.
Ailenin başlangıcı Mürtedan Paşadır. Bu aile dünya genetik
literatüründe (Obrenknezevic-Mahmutbegovic-stoceic) diye geçer. Ailenin
Kavalalı, Tepedelenli, Sokollu ve en son Mısır Burci çerkez sultanı
Kansu Gauri ile kan bağı vardır.

Aile eski Bosna krallığındaki mevcut 12 asil aileden biridir. Galip Ali
Paşa Rızvanbegovic Sultan 2'inci Mahmut tarafından Osmanlıya bağlılığı
ve Kavalalı İbrahim Paşa�yı Kütahya önlerinde durdurmasının mükafatı
olarak ödüllendirilmiş kendisi Bosna Hersek dışında hiç bir görevi
kabul etmeyince Hersek Bosna�dan ayrılarak 18 sene bağımsız vezaretle
kendisine verilmiştir. 1851�de Osmanlı yanlış bilgilendirme sonucu
(Serasker Ömer Lütfü Latas Paşa tarafından) görevden alınmış padişahın
haberi olmadan katledilmiş, tüm mal varlığına Latas Paşa tarafından el
konulmuş ve bu yanlışlık 4 sona sonra anlaşılıp aileye iadei itibar
edilmiştir.

Bizim soyumuzda Sabetaylık yoktur.

Aile genelde Mevlevi veya Nakşibendidir. 28-30 Nisan arası Çanakkale 18
Mart Üniversitesinde yapılacak "Uluslararası Bosna Hersek
Sempozyum"unda Galip Ali Paşa'nın vakfiyesi ve vasiyetnamesi de
açıklanacaktır. Bu vasiyetname 20. yy İslam anlayışının en kabul edilir
belgesidir. Bu yazılı belgede olduğu gibi; Bizler "Haktan gelenin halka
gitmesi" ve "Hak için halkla beraber olmak" düsturlarıyla yetiştik.

Galip Ali Paşanın 4 kızı ve 4 oğlu vardır. Kızları Habiba (Divan
Şairlerimizden), Şakire, Emine ve Uma Hanımdır. Erkek çocukları ise
Zülfikar Nafiz Paşa (ki bunun oğlu Hersekli Arif Hikmet=Divan Şairimiz
ve Kamil Paşadır.) İkinci oğlu.Elhac Hafız Mehmet Rıdvan Paşa�dır.
Ankara, Amasya, Urfa Mutasarrıflığı yapmış ve Osmanlının en sıkışık
döneminde Mostar Mutasarrıfı yapılmış ve Osmanlı bir gecede Bosna
Hersek'i Avusturya�ya bırakıp çekilince felç geçirmiştir. Hastalığından
dolayı Anadolu�ya dönemeyen bu paşaya Avusturya hükümeti ölünceye kadar
general maaşı bağlamış ve ölünce Mostar�da askeri merasimle top
atışları arasında Karagöz Camiine gömülmesini sağlarken Avusturyalı
generalin söylediği sözler bugün tüm arşivlerde kayıtlıdır. "**en asker
düşmanımızdı O bir Osmanlı idi. Ama önemi yok O'çok şerefli bir
askerdi. Bunun için bu merasimi yapıyoruz."

Üçüncü oğlu Rüstem Beydir. (Miralay) aynı zamanda Rifat mahlası ile
yazan Divan şairidir. Bir kızı vardır. Hasene Hanım ondan olan torunlar
şu anda Bursa�da şerefli ve onurlu hayat sürmektedirler. Galip Ali
Paşa�nın 1948�de doğan 1903�te Erzurum�da ölen en küçük oğlu Ferik
Mehmet Ali Paşadır. Hanımı Mahinur Hanım�dır. Mahinur Hanım, Yüksel
Söylemez�in annesi Saliha Hanım�ın halasıdır. Ferik Mehmet Ali Paşa ve
Mahinur Hanım�ın 2 kız dört erkek evlatları olur. Kızları Mevhibe
(Fatma Münire) bu hanım Ferik Hüsnü Paşanın oğlu Servet Paşa (tugbay
rütbeli) evlenir ve ondan Korgeneral Mehmet Daniş (Daniyel) Yurtatapan
(bunun çocukları: Şanar, Oktay, Onur, Lale ) olur.

Dana Yurdatapan bu kişi değerli bir hukukçudur eşi Nezihe hanımdır.(
evlatları Birsen ve Fatma) Emine Danende Hanım bu Mehmet Halit Arpaçla
evlidir (bir oğlu vardır: Can Arpaç) Ayşe Daime bu da Nazikioğlu Turhan
Cemal Bey�le evlidir (oğlu şarkıcı Alpay).

Ferik Mehmet Ali Paşa�nın ikinci kızının ismi Ayşe Fahriye�dir. Kocası
Albay Halil Nasır Berkay�dır. Bunun da 4 çocuğu vardır. İbrahim Adnan
Berkay, A.Mehmet Ali Berkay, Lamia Nezahat Berkay. Ferik Mehmet Ali
Paşa�nın en büyük oğlu. Abdülhat Mehmet Ali�dir. (Benim anneannemin
annesinin babası olan İsmail Bey�in babasıdır) Abdülhat Bey�in 1'inci
eşinden tek oğlu İsmail Bey�dir. İsmail Bey�in eşi Fatma Hanım�dır.
Fatma Hanım, Rıdvan Bey�le Zübeyde Hanım�ın kızıdır. Rıdvan Bey, Galip
Ali Paşa Rızvanbegoviç�in kendisinden büyük iki abisinin torunudur. Bu
iki abinin adı tarihte Hacı Mustafa Bey (İstoliçe kaptanı) ve Hacı
Mehmet Ali Bey (Hacun) olarak geçer. Hacı Mehmet Ali Bey�in karısı
Kavalalalı Mehmet Ali Paşa�nın kızı Fatma Hanım�dır. Rıdvan Bey�in
karısı Zübeyde Hanım da Galip Ali Paşa�nın kızı Uma Hanım�la meşhur
Boşnak beyi Mehmet Firdus'un çocuklarıdır. Bu hanımefendi anne ve baba
tarafından tam Boşnaktır. Rızvanbegovictir.

İsmail Bey�in tek evliliği vardır. 2 oğlu Ali Namık ve Ömer olmuştur.
Alp soyadını taşırlar ve kızları Nazife Hanım ve Vasfiye Hanımdır.(
Nazife Hanım benim anneannem Abide Hanım�ın annesidir. Kocası ise yine
meşhur bir Boşnak ailenin oğlu olan Yusuf Bey�dir. Yusuf Bey�in annesi
Devlet Hanım�dır ve Devlet Hanım Bosna�nın büyük ve asil ailelerinden
Babiçler�in kızıdır. Yusuf Bey ise Bosna�nın meşhur ailelerinden
Kadiç'lerdendir. (Alikadiç de denir) Vasfiye Hanım'ın kızı Nedime Hanım
tarafından ise Ahmet Tarık Tekçe, Necip Tekçe ve Cemil Tekçe gelir.
gördüğünüz gibi ailede sabetaycı değildir. Ferik Mehmet Ali Paşa�nın,
ikinci oğlu Besalet Gerede�dir. Çocuksuz vefat etmiştir. Soyadı
Yatağan�dır. Çanakkale�de ve Kurtuluş Savaşı�nda Kuvayi Milliye�de
büyük hizmetleri olmuştur.

Üçüncü oğlu Ahmet Ziya (üç evlilik yapmış birincisi Nazife Hanım bundan
oğlu Ali Rıdvan, ikinci eşi Zehra Hanım bundan kızı Emine Fethiye
Sarper. Üçüncü eşi Zahide Tozan bundan çocukları Zeynep Vedia Bayman,
M. Galip Tozan, Süleyman Faik, Ayşe Refiye Sezen�dir.)

Ferik Mehmet Ali Paşa�nın son oğlu da Hüsrev Gerede�dir. Kendisi Ali
Kemali Bey�in kızı Lamia Hanım�la evlidir. 2 oğlu olmuş. Faruk ve
Selçuk� Selçuk, Canan Gerede ile evlidir. Şima ve Bennu kızlarıdır.

Sayın Mahmut Çetin Bey,
Kitabınızda ayrıca dikkat ettiğim başka bir noktada Ferik Mehmet Ali
Paşa�dan Hersekli diye bahsetmeniz. Hersekli tanımlaması bölge olarak
doğru ama aile lakabı olarak yanlıştır. Hersekli lakabı en son Hersek
dükü Stephan Hersek ve ailesinin kullanabileceği bir lakaptır. Bu aile
İslamiyet�e geçtikten sonra Hersekli olarak anılmışlardır. Bunlardan
biri de Dük'ün oğlu Sadrazam Hersekli Ahmet Paşa�dır. Başka bir konu da
gerek Ferik Hüsnü Paşa�dan gerekse Ferik Mehmet Ali Paşa�dan Sultan
Abdülhamit�e karşıtlıklarını belirtirken suçlar bir ifade kullanmanız.
Sizin de bilmek zorunda olduğunuz gibi Osmanlı Sultanları kafese girip
sarayda yaşamaya başladıkları andan itibaren Osmanlı�nın çöküşü
başlamıştır. Çünkü sultanlar veliahtlarını da eğitilemez olmuşlardır.
Sultan Abdülhamit de kafeste çok uzun süre yaşayan vehimi literatüre
hastalık olarak geçmiş bir sultandır. Ve sultanlığının ilk 5 yılında
yaptığı hatalar ve İngiliz yanı politikası ile Osmanlı�yı ne denli
zorlukların içine soktuğu tüm dünyanın malumudur. Osmanlı askeri
teşkilatında padişahla farklı düşünen paşalar her zaman olmuştur. Ama
bu onların vatanseverliğinden hiç ödün vermez. Çünkü Mehmet Ali Paşa
Osmanlı�nın en son zamanlarında Yenipazar�daki tüm askerlerin
komutanıdır. Yine kendisi Ermeni isyanlarında Erzurum�daki redif
alayının ve Muş'un komutanıdır. Zor şartlarda görev yaptığı Erzurum�da
1903�te vefat etmiş olup Murat Paşa Camii avlusunda gömülüdür.
Erzurum�da eli açıklığı, vatanseverliği, hoşgörüsü ve dini inancı ile
Erzurum halkı ve bölgenin tarihini yazan tarihçilerce takdir edilir.

Demek istediğim kısaca şudur. Bizler tüm Rızvanbegovic torunları Bosna
Hersek�in mavi ve yeşilini al zemin üzerindeki Ayyıldız�la bezemenin
onurunu taşımaktayız. Atalarımızın bogomil kökenli güney slav
olmasından hiç gocunmayarak bu vatanın asli unsuru olarak şerefle bu
bayrağı 550 senedir taşıyoruz.

Evet ben de müslüman olmayan bir beyle evliyim. Ama bu benim dini inancıma ve bu Cumhuriyetin çocuğu olma hasletimi engellemez.
Sonsuz saygılarımla�

Hacer Mirgül Eren Griffe

10Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:34 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Haluk Dursun ( 1957)
--------------------------------------------------------------------------------

A.Haluk Dursun, 1957 yılında Hereke'de doğdu. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sonçağ ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bölümü'nden
mezun oldu. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü'nde
"İslam Amme Hukukunda Hükümet Anlayışı" konusunda yüksek lisans, "II.
Abdülhamit Döneminde Akabe'de Osmanlı-İngiliz Rekabeti" konusunda da
doktora tezi hazırladı. 1982 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk
Eğitim Fakültesi'neAraştırma Görevlisi olarak girdi. Daha sonra Öğretim
Görevlisi ve Yardımcı Doçent oldu. Fakültede Bizans Tarih ve
Medeniyeti, Türk Kültür Tarihi, Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti,
Yeni ve Yakınçağ'da Avrupa Tarihi ve Türk İnkılap Tarihi dersleri
verdi.

Atatürk Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesinde Akademik Kurul ve Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı.

Akademik çalışmaları dışında kamusal alanda da faaliyetleri olan Haluk
Dursun, İBB Kültür A.Ş. Genel Müdür Danışmanı olarak, Miniatürk
Projesinin hazırlanmasında katkıda bulundu.

İçişleri Bakanlığınca Türkiye Turing Otomobil Kurumunun Yönetim Kurulu
Üyeliğine atandı ve 2005/2006 tarihlerinde Başkan Vekilliği yaptı.
Kültür ve Turizm Bakanlığının talebiyle Ayasofya Müzesi Başkanlığı
görevini yürütmekte olan Haluk Dursun 2007 yılında kısa bir dönem
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yaptı. 2010 Avrupa Kültür
Başkenti İstanbul�da Danışma Kurulu ve Yürütme Kurulu görevlerinde
bulundu.

Tarih ve İslam Araştırmaları Vakfı ve Türbeler, Çeşmeler, Taşınır,
Taşınmaz Kültür Varlıkları Koruma ve Yaşatma Derneği Yönetim Kurulu
Üyeliği yapmaktadır.

2007 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye�sinin Haliç Kültür Gezilerini gerçekleştirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığının �İstanbul Kültür Sanat Rehberliği
Rehberlikte Uzmanlaşma Projesi�nde �**üm Kültürü ve Türbeler�, �Su
Kültürü ve Çeşmeler� derslerini verdi.

Eman Tur ve TURİNG Kurumu adına �Mustafa Kemal�in Rumeli�si� ve �Üç
Dinin Kavşağında Kudüs� başta olmak üzere Osmanlı Coğrafyasına Kültür
Gezileri düzenledi.

Değişik gazetelerde �Kültür Sanat Yazıları�, Televizyonlarda �Kültür Sanat Programları� hazırladı.
Eylül 2005 tarihinden itibaren TRT 2 de yayınlanan �Tarih Mekan� programını hazırlayıp sunuyor.

Halen Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde
Öğretim Üyesi kadrosunda bulunan A.Haluk Dursun Osmanlı Kurumları ve
Medeniyet Tarihi Doçentidir ve aynı zamanda 2006 yılından beri Ayasofya
Müze Başkanlığı görevini sürdürmektedir.

BASILMIŞ KİTAPLARI:

1.Ermeni Terörünün Kaynakları
2.İstanbul�da Yaşama Sanatı, Ötüken Y
3.Nil�den Tuna�ya Osmanlı Yazıları, Ötüken Y.
4.Tuna Güzellemesi, Kubbealtı Y.
5.Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk, Timaş Y.

11Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:34 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

İlhan Bardakçı
--------------------------------------------------------------------------------
Milli Mücadele kahramanlarından, Konya Valiliğinden emekli Cemal
Bardakçı ve Merhume Fatma Nuriye hanımefendinin çocuğu olarak İstanbul'
da dünyaya geldi. İstanbul Hukuk Fakültesi' nden mezun oldu. 1948
yılında gazeteciliğe başladı.

Yeni Sabah, Milliyet, Havadis ve Cumhuriyet gazetelerinde mesleğin her
seviyesinde çalıştı. 1956 yılında Macar İhtilalini tek Türk gazetecisi
olarak izlediği ve dizi yazı olarak yayınladığı bu röportajı ile
Türkiye'de ve Avrupa'da ödüller aldı.

Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dillerini bilen yazar, bu dillerde
birçok eserler ve konferanslar vermiştir. Ankara Gazi Üniversitesi
Basın Yayın Okulu'nda "Mukayeseli Devlet Fikir ve Rejimieri" dersini
okutmuştur. Basın Şeref Kartı sahibi İlhan Bardakçı, 35 senedir Tülay
Bardakçı ile evlidir.Yazar Murat Bardakçı'nın da babasıdır.

HAKKINDA YAZILANLAR


HÜRRİYET GAZETESİ YAZARI MURAT BARDAKÇI'NIN ''CASUSLUKLA SUÇLANDIĞI''
İÇİN YILLARDIR YURTDIŞINDA YAŞAYAN BABASI İLHAN BARDAKÇI, **ÜM
DÖŞEĞİNDE... AİLESİ, AFFEDİLİP TÜRKİYE'YE DÖNMESİNİN SAĞLANMASI İÇİN
CUMHURBAŞKANI SEZER'E BAŞVURDU !!!

Bardakçı Ailesi
Uğur İpekçi
Hürriyet 25 Mayıs 2001

Bu topraklardaki insan öyküleri hep trajik olmak zorunda mıdır?... O
beylik lafları kullanmak istemiyorum ama, bizim insanımızın öyküsü öyle
her ülkede görülecek gibi değil hani. Size yakın tarihimizden birkaç
örnek vermek istiyorum.... Kaçımız bilebilirdik; 2. Abdülhamit'in
torunu Şehzade Abdülkadir Efendi'nin Paris'te Amerikan Askeri
Mezarlığı'nda bekçilik yaptığını... Keza yine 2. Abdülhamit'in torunu
Şehzade Abdülkerim Efendi'nin, 1930 yılında Japonya'nın desteğiyle
Moğol İmparatoru ilan edilmesi söz konusu iken New York'ta bir otel
odasında cesedinin bulunduğunu... Padişah Mehmet Reşat'ın torunu
Şehzade Mahmut Namık'ın bir zenci torunu olduğunu ve halen Londra'da
yaşayan Mahmut adındaki bu zencinin Osmanlı Hanedanı'ndaki ilk siyah
şehzade olduğunu... Peki bizler o kadar İkinci Dünya Savaşı hikayesi
okuduk, seyrettik. Kaçımız biliyorduk; 2. Dünya Savaşı sırasında
Almanlara karşı oluşturulan Paris'teki direniş komitelerinin birinde
Padişah Mehmet Reşat'ın torunu Şehzade Fevzi Efendi'nin de bulunduğunu
ve üstelik bildiri dağıtırken yakalanıp hapis yattığını... 1944 Ocak
ayında Alman uçaklarının, Bulgaristan başkenti Sofya'yı bombalaması
sonucu ölen siviller arasında 60 yaşındaki Şehzade Mehmet Abdülkadir'in
de bulunduğu.... Sürgünde yaşayan "Son Osmanlılar" ın yaşam öykülerini
ne güzel anlatır gazeteci Murat Bardakçı... "Son Osmanlılar" atalarının
"diyetlerini" ödemektedirler. O günlerde yeni bir Türkiye yaratmak
isteyenler tarafından topraklarından sürğüne gönderildilerin hepsi 144
kişiydi. "Borçlarını" fazlasıyla ödediler. Öyleki cenazeleri bile
ülkeye sokulmadı... "Şartlar öyle gerektiyordu, bu nedenle yapılanlar
doğruydu" da diyebilirsiniz, karşı tezi de savunabilirsiniz. Ben bu
yazıda bunu tartışmak istemiyorum. Ben olayın sadece insani boyutuyla
ilgiliyim. Tüm bu girişi bir noktaya gelmek için yazdım: Sürgündeki
insanların hikayelerini kaleme alan Murat Bardakçı'nın babası İlhan
Bardakçı da bugün "sürgündedir." İlhan Bardakçı gazetecidir,
tarihcidir. Ne yazık ki her insan gibi o da yaşamında hatalar
yapmıştır. 1985 yılında Türkiye hakkındaki bilgi ve belgeleri Irak ve
Libya'ya sızdırdığı iddiasıyla yargılanmış ve 15 yıla mahkum olmuştur.
Cezaevine girmemek için Almanya'ya kaçmıştır. Murat Bardakçı'nın
yazdıklarına kızanlar ona hemen babasının başına gelen bu talihsiz
olayı hatırlatırlar. Benim öyle bir amacım yok. İlhan Bardakçı bugün
Almanya'da ağır hasta. Gözlerini Anadolu toprağında kapatmak
istemektedir. Yakınları ve dostları Cumhurbaşkanı Sezer'e başvurdular,
cezasını affetmesi için. Sezer, bugünlerde İlhan Bardakçı'nın sağlık
raporlarını inceletiyor. Eğer Cumhurbaşkanı Sezer affederse; İlhan
Bardakçı, oğlu Murat Bardakçı'nın yazdığı gibi, cenazeleri bile
ülkelerine sokulmayan "Son Osmanlılar" la aynı kaderi paylaşmayacak...
Dedim ya beni olayın sadece insani yönü ilgilendiriyor. Umut ederim
Cumhurbaşkanı Sezer'le benzer duyguyu paylaşıyoruzdur�

Xxx

Aşkına ulaşamadan dünyası değişti
Latif Çelik (Almanya)
Aksiyon YIL:10 | SAYI: 499 | 30 Haziran 2004

Yeni Türk devletinin temeline harç koyan bir aileden geliyordu İlhan
Bardakçı. Kelimenin tam anlamıyla bir Türkiye aşığıydı ama büyük aşkına
kavuşamadan dünyasını değiştirdi.

Bir vatansever sessizce dünyasını değiştirdi. Sürgün idi ama, küsmedi
devletine. Çünkü o, devleti kuran bir aileden geliyordu. Babası Cemal
Bardakçı, Mustafa Kemal ve arkadaşları daha Ankara�ya gelmeden, siyasi
konjonktüre etki eden, asayişi sağlayan, kısacası Kuvay�ı Milliye
ruhunu diri tutan biriydi. Sivas�tan yola çıkan Heyet�i Temsiliye�nin
Ankara�ya geleceği Anadolu�da konuşulurken herkes bir hazırlık
içindeydi. Osmanlı zaptiye teşkilatından Cemal Bardakçı da işgal
altındaki şehirde bir şeylerin yapılmayacağını anlamış ve bir grup
İttihatçı arkadaşı ile beraber iki ay evvel bu şehre gelip Emniyet
Müdürü olarak göreve başlamıştı.

Osmanlı yönetiminin Ankara�daki son ve aynı zamanda Mustafa Kemal
yönetimindeki Ankara�nın ilk Emniyet Müdürü olan Cemal Bardakçı, Dikmen
sırtlarından Ankara�ya giren Mustafa Kemal, Refet Bele, Rauf Orbay ve
İsmet İnönü�yü ilk karşılayanlardandı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra
Mustafa Kemal�in valilik kararnamesine ilk imza attığı insandı.
Konya�da Türkiye Cumhuriyeti�nin ilk valisi olarak göreve başladığında
26 yaşındaydı.

Aile şeceresinden 1820 yılına kadar Balıkesir Burhaniye bölgesinde
yaşadığı kesin olan Bardakçı ailesini, Osmanlı�nın son döneminde devlet
katında görüyoruz. İttihat ve Terakki�de kısa zamanda sivrilen Cemal
Bardakçı, Cumhuriyet Türkiyesi�nin başlangıcındaki bütün zorlukları
yaşayan biridir. Konya�da vali iken aldığı maaş 4 liradır. Oğlu İlhan
ise bu yıllarda iki yaşındadır. 7 yaşından itibaren İlhan artık dost
sohbetinde, misafir karşılamada hep babasının yanındadır.

İmparatorluktan Cumhuriyet�e geçiş yıllarının Türk milletine getirdiği
ağır yük Bardakçı ailesinde de hissediliyordu. Baba Bardakçı, devlet
işlerinin yanında oğlu İlhan�ın eğitimine çok titizlik gösteriyordu.

İlhan Bardakçı, 1944�te 19 yaşında iken çocuk kitapları çıkarmaya
başladı. Yazarlıktaki başarısı yıllarla beraber hızla yükseldi.
Özellikle tarihi ve milli konuları ele alma şekline, konuya
hakimiyetine basın yayın organları hemen ilgi gösterdi. Kitaplarından
en önemlileri �İmparatorluğa Veda�, �Taşhan�dan Kadifekale�ye�, �Bir
İmparatorluğun Yağması� ve �İnsanlık Zelzelesi�dir. Çeşitli
yayınevlerinde 24 eseri yayınlanan Bardakçı�yı uzun yıllar Tercüman
Gazetesi�nde tarih sohbetleri yazarken görüyoruz.

60�lı yılların başında Milliyet Gazetesi�ndeki yazı dizisi ile
Cumhuriyet�in başlangıç yıllarını en iyi anlatan yazar seçildi. Basın
yayın yüksek okulunda öğretim üyeliği yaptığı sıralarda, devlet adamı
olmanın, iyi bir insan olmanın ve gerçek bir gazeteci olmanın ilk
şartının devleti sevmek olduğunu söylerdi. Onun derslerini dinleyen ve
çizgisini takip eden birçok mezun, Türk basınında kalem oynatıyor bugün.

TRT�de radyo programlarında Çanakkale�yi, İstiklal Savaşı�nı ve
Cumhuriyet�in kuruluşunu kendi sesiyle anlattı. 70�li yıllarda
televizyonun hayata girmesiyle Bardakçı�yı birkaç idealist arkadaşı ile
beraber ellerindeki kamerayla görüyoruz. �1206 Gün� adlı programında
Cumhuriyet Ankara�sının en sancılı saatlerini ekrana aktarmaya
çalışıyordu. Bu programın çekimi sırasında tutuklandı ve cezaevine
kondu, iki yıla mahkum edildi. Sonra salıverildi. Sonra tekrar
mahkumiyet kararı verildiği halde tutuklanmadı. Sanki bir nevi
Türkiye�den gitmesi isteniyordu.

Mahkum olduğu davada verilen kararın siyasi boyutunun olduğu yıllarca
söylendi. Çünkü savcının beraat talebine karşılık mahkum edilmişti.
Kendisini ülkesinden ayıran olaylar sonrasında Bardakçı�nın Avrupa�da
sürgün yılları başladı. 1990 yılı başında Almanya�ya gelen İlhan
Hoca�yı gurbetteki Türkler bağırlarına bastı. Toplam 400 ayrı
konferansta vatan sevgisini konu alan seminer veren Bardakçı, vatan
sevgisi ve milliyetçilik bilincinin canlı tutulmasında önemli
çalışmalarda bulundu. Osmanlı�nın 700�üncü kuruluş yıldönümü
sempozyumlarında tarihseverlere veciz konuşmalar yaptı. Özellikle ATİB
ve Türk Federasyon dernekleri kendisine sürekli kürsüler vererek
gençlere ruh aşılamasına yardımcı oldular. Hoca�nın yanında iki önemli
isim gördük hep; Musa Serdar Çelebi ve Dr. Yaşar Bilgin. Biri siyasi ve
sosyal olarak, diğeri de sağlık açısından son saniyede bile yalnız
bırakmadı.

Bardakçı�ya Avrupa�da kucak açan kurumlardan biri de Zaman gazetesi
oldu. 1992�den itibaren Zaman gazetesinde yazmaya başlayan ve
vefatından birkaç gün öncesine kadar da Avrupa Zaman�da yazılarını ara
vermeden sürdüren İlhan Bardakçı çeşitli Türk derneklerinde sohbet
toplantıları yaparak insanları aydınlattı. Bir seferinde Çanakkale
Zaferi kutlanacaktı. Koca salonda 23 kişi vardı. Bardakçı az sayıda
kişi olmasını hiç problem yapmadı. Konuşmasını aynı aşk ve heyecanla
yaptı. Arkadaşları onun moralinin bozuk olabileceğini düşünürken o,
�Müjdeler olsun, Çanakkale Zaferini andık� dedi.

Rahmetli, kimseyi kırmamaya, insanları bilgilendirmeye çalışırdı.

Yargıtay�ın bozduğu mahkumiyet kararını kendine yediremediği için, hiç
bir zaman dilekçe ile şahsi başvuru yapmadı. Vakar sahibi idi. Hiçbir
zaman, hatta yürümekte zorlandığı son anlarında bile �Beni affedin�
diye eğilmek istemedi. �Kimliğini taşımakla gurur duyduğum devlet
benden yaptığı hata ve ortadaki iftira için özür dilesin� dediğine
şahit oldum. İstiyordu ki, devlet yaptığı hatayı kendisi düzeltsin. Bu
devlet düzeltip özür dileyeceklerini sıraya koysa sana zor sıra gelir
hocam diyemedik kendisine. Cumhurbaşkanı Sezer�in incelemekte olduğunu
basından öğrendiğimiz dosyanın Türkiye âşığı bu insanın lehine bir
kararla neticeleneceğine inanıyoruz.

Çok garip, Türkiye�nin sevdalıları dünyanın dört bir yanına neden
savruluyor demek geçiyor içimde. Frankfurt�tan New York�a, Moskova�dan
Yeni Delhi�ye kadar bu vatanseverler ülkelerinden neden uzak tutulmaya
çalışılıyor sahi? İlhan Bardakçı yaşadığı sürece kalemini hep
milletinin lehine kullandı. Onun satırlarını okuyanlardan hiç kimse
devlete kırgınlığına şahit olmadı. Hastaneden yazdığı son yazılarında
bile �Son Türk devletine sahip çıkalım� diye üzerine basarak yazdı. Bir
gün kendisine karşı yapılan hatanın düzeltileceğine hep inandı. Fakat
emr�i Hak vaki oldu ve Türkiye�nin bu muhteşem âşığı sevdiğine
kavuşamadı. Sevenlerin sevdiğine kavuşamaması insana acı geliyor. İlhan
Bardakçı ülkesini çok seviyordu. Keşke kavuşsaydı. Allah rahmet eylesin

12Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:34 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

İsmet Bozdağ ( 1916)
--------------------------------------------------------------------------------
İsmet BOZDAĞ, 1916 yılı Mart ayında Bursa�da doğdu.Orta tahsilini
Bursa�da yaptı. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi ve Gazetecilik Yüksek Okulu'nda tamamladı.

İlk şiirlerini şair Celal Sılay ile birlikte, 1934 yılında yayınlanan
?Üç Mum Yandı� adlı kitapta topladı. Asıl kendisinin yakaladığı
şiirleri 1943 yılında yayınlanan ?Gönderilmemiş Mektuplar� adlı
kitabında toplamıştır.

Bugüne kadar 32 kitap yayınlamış ve 11 kitabı da yayına hazır hale
getirmiştir. Kitapları daha çok tarih felsefesi, sosyal antropoloji ve
yakın tarih çalışmalarını yansıtır. Tarih felsefesi çalışmaları
arasında bulunan,�Sovyet Marksizmi, Çin Marksizmi ve Türkiye
Gerçekleri� ile ?İnsanlığın Son Çerçevesi ÜÇÜNCÜ ÇÖZÜM� ülke dışında da
ilgi toplamış ve yabancı dillere çevrilmiştir.İngilizce,Arapça, Urduca
ve Çince de eser sahibidir.

Emre Yayınları'nda Çıkan Eserleri :

1- İnsanlığın Son Çerçevesi ÜÇÜNCÜ ÇÖZÜM (Tükendi)

2- Bir Darbenin Anatomisi (Tükendi)

3- Değişim Şafağı

4- Gazi ve Latife (Tükendi)

5- Toprakta Bile Bitmeyen Kavga - Atatürk, İnönü, Bayar - (Tükendi)

6- Mustafa Suphi' yi Kim **dürttü ? - Atatürk mü, Lenin mi ?- (Tükendi)

7- Demir Kırat Aldatmacası (Tükendi)

8- Atatürk' ün Sofrası (Tükendi)

9- Menderes Menderes

10- Harem Penceresinden Sultan Abdülhamid (Tükendi)

11- Osmanlının Son Kahramanları (Tükendi)

12- Türkiye' de ve Dünyada Basın İstibdadı (Tükendi)

13- Divan Edebiyatından Seçmeler

13Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:34 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Katip Çelebi ( 13.09.1657)
--------------------------------------------------------------------------------
Şubat 1609'da İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mustafa'dır. Doğu'da Hacı
Halife, Batı'da ise Hacı Kalfa adıyla da tanınır. Babası Abdullah
Enderun'da yetişmiş, silahdarlık göreviyle saraydan ayrılmıştı. 14
yaşına kadar özel eğitim gören Kâtib Çelebi, 1623'te Anadolu Muhasebesi
Kalemi'ne girdi. IV. Murad döneminde (1624-1640) girişilen Doğu
seferlerinde kâtib olarak katıldı. 1635'te İstanbul'a dönerek kendisini
tümüyle okuyup yazmaya verdi. Dönemin ünlü bilginlerinin derslerine
katılarak medrese öğrenimindeki eksikliklerini giderdi. Tarihten tıbba,
coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir ilgi alanı olan Kâtib
Çelebi'nin aynı zamanda zengin bir kitaplığı da vardı. 1645'te sırası
geldiği halde yükselemediği için kalemdeki görevinden ayrıldı. Ancak
1648'de Takvimü't-Tevarih adlı yapıtı dolayısıyla şeyhülislam
Abdürrahim Efendi aracılığıyla kalemde ikinci halifeliğe getirildi.
Bundan sonra da öğrenme ve öğretme yolundaki çabalarını sürdüren Kâtib
Çelebi peşpeşe yapıtlar vermeye başladı. Telif ve çeviri olarak yirmiyi
aşkın kitap yazdı. En önemlileri tarih, coğrafya ve bibliyografya
alanındadır.

Tarih alanındaki yapıtlarının ilki 1642'de tamamladığı Arapça
Fezleke'dir. (Fezleketi Akvâlü'l-Ahyâr fi İlmi't-Tarih ve'l-Ahbar).
Dört bölümden oluşan kitapta tarihin anlamı, konusu ve yararı
anlatıldıktan sonra bu alandaki temel yapıtların bir bibliyografyası
verilmiş, ardından da klasik İslam tarihçiliğine uygun olarak dünyanın
yaratılışından 1639'a dek kurulan devletler ve meydana gelen önemli
olaylar kısaca sıralanmıştır. Arapça Fezleke'nin devamı niteliğindeki
Türkçe Fezleke 1591-1654 arasındaki olayları anlatan bir Osmanlı
tarihidir. Olayların kronolojik sıralamasının ardından her yılın
sonunda o yıl içerisinde ölen devlet adamları ve bilginlerin yaşam
öykülerinden ve yapıtlarından da kısaca söz eder. Takvimü't-Tevarih
ise, Adem Peygamber'den 1648'e kadar geçen tarihsel olayların bir
kronolojisidir.

En tanınmış yapıtlarından olan Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar'da
kuruluş döneminden 1656'ya kadar Osmanlı denizciliğinin bir tarihçesi
yanında Osmanlı donanmasının, tersane ve bahriye örgütünün işleyişini
anlatır, kaptan-ı deryaların yaşam öykülerini verir. Sonunda da son
zamanlarda denizlerde uğranılan başarısızlıkları giderme yolundaki
öğütlerini sıralar.

Coğrafi yapıtların en önemlisi olan Cihannüma Osmanlı coğrafyacılığında
yeni bir çığır açmıştır. Kâtib Çelebi Cihannüma'yı iki kez yazmıştır.
1648'de yazmaya başladığı ilki klasik İslam coğrafyası temelindeydi. Bu
yapıtını henüz bitirmemişken eline geçen Gerardus Mercator'un Atlas'ını
Mehmed İhlasî adlı bir Fransız dönmesinin yardımıyla Latince'den
Türkçe'ye çevirterek yeni bilgiler edindi ve 1654'te Cihannüma'yı
ikinci kez yazmaya girişti. Ardından yine Mercator'un Atlas Minor'unu
elde etti. Bunların yanı sıra Batılı coğrafyacılardan Ortelius,
Cluverius ve Lorenz'in yapıtlarından da yararlandı. Doğal olarak eski
Arap, İran ve Osmanlı coğrafyacıların yapıtlarını da kullandı.

Kristof Kolomb ve Macellan�dan bahsedir

İkinci Cihannüma, dünyanın yuvarlak olduğunu da kanıtlamaya çalışan
fiziki coğrafya ağırlıklı bir giriş bölümünden sonra Kristof Kolomb ve
Macellan'ın keşif gezilerinden söz eder. Ardından Japonya'dan
başlayarak Asya ülkelerini tanıtır. Bunların tarihleri, yönetim
biçemleri, ekonomileri, inançları konusunda bilgiler verir. Bu arada
İslam coğrafyacılarının bilgi yanlışlarını gösterir, bunların harita
kullanmamaktan ileri geldiğini açıklar. Bu ikinci Cihannüma'da
anlatılan son yer Van'dır. Birinci Cihannüma'da ise Osmanlı Avrupa'sı
ve Anadolu ile İspanya ve Kuzey Afrika'yı kapsamaktadır. Her iki
biçimde de ek olarak birçok harita vardır.
Cihannüma, özünde tüm İslam ve Hıristiyan coğrafyacılığının da temeli
olan Batlamyus (Ptolemaios) kur***** dayanmakla birlikte, o güne dek
hemen hemen hiç yararlanılmayan Batı kaynaklarını Osmanlı
coğrafyacılığına tanıtması bakımından büyük önem taşır.

14.500 kitap

Kâtib Çelebi'nin Batı'da tanınan en ünlü yapıtı Keşfü'z-Zünun an
Esamü'l-Kütübi ve'l-Fünun'dur. Arapça bir bibliyografya sözlüğü olan
yapıtta 14.500 kitap ve risalenin adı ve yazarı verilir. Bilim
tasnifine göre ve alfabetik olarak düzenlenmiş olan yapıt, yirmi yılda
tamamlanmıştır.

İbni Haldun çizgisi

Kâtib Çelebi'nin tarih felsefesini ve toplum görünüşünü açıklaması
bakımından önemli olan yapıtı Düsturü'l-Amel li-Islahi'l-Halel'dir.
Kısa kısa dört bölümden oluşan bu küçük risalede İbn Haldun'un etkisi
açıkça görülür. Toplumların da canlılar gibi doğup, gelişip, öldüğü
görüşünü yineleyen Kâtib Çelebi, bu dönemlerin uzunluğunun ya da
kısalığının toplumlara ve kişilere göre değiştiğini de ekler. Risalede
Osmanlı toplumunun ömrünün uzaması için de reaya, asker ve hazine
konularında alınması gerekli önlemleri sıralar, öğütler verir.

Namaz ve oruç vakitleri

Daha çok dinsel konuları tartıştığı yapıtlarının en önemlilerinden olan
İlhamü'l-Mukaddes fi Feyzi'l-Akdes'de kuzey ülkelerinde namaz ve oruç
zamanlarının belirlenmesi, dünyada güneşin hem doğduğu hem de battığı
bir yerin var olup olmadığı ve her ne yana yönelirse Mekke'den başka
kıble olabilecek bir yer olmadığını tartışır. Arapça olan bu yapıtında
yanıtlamaya çalıştığı bu soruları daha önce şeyhülislama ve bilginlere
sorduğunu, ama doyurucu bir karşılık alamadığını da belirtir.

Akl-ı selime davet: Mizanü�l Hakk

Son yapıtı olan Mizanü'l-Hakk fi İhtiyari'l-Ahakk'da da dönemin din
bilgilerinin tartıştıkları çeşitli konular hakkında düşüncelerini
açıklar.Karşıt düşüncelere hoşgörüyle bakılmasını öğütler. Din
bilginlerinin kendi aralarındaki şiddetli tartışmalarının
temelsizliğini ve zararlarını vurgular. Yapıtın sonunda kendi
özyaşamöyküsüne yer verir.

6 Ekim 1657'de İstanbul�da öldü.

ESERLERİ
Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar, (ö.s), 1729; (yeni harflerle, 1973);
Cihannüma, (ö.s), 1732; Takvimü't-Teravih, (ö.s), 1733;
Düsturü'l-Amelli-İslahi'l-Halel, (ö.s), 1863, (yeni harflerle, 1982);
Nizanü'l-Hakk fi İhtiyari'l-Ahakk, (ö.s), 1864, (yeni harflerle, 1972);
Türkçe Fezleke, (ö.s), 2 cilt, 1869-1870; Keşfü'z-Zünun an
Esamii'l-Kütübi ve'l-Fünun, (ö.s), Ş. Yaltkaya ve R. Bilge (yay.), 2
cilt, 1941-1943; İlhamü'l-Mukaddes fi Feyzi'l-Akdas, (ö.s), M.
Hamidullah (yay.), İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, IV, (3-4), 1971.

Mizanu'l-Hak fi İhtiyari'l-Ehakk
İslam'da Tenkit ve Tartışma Usulü
Katip Çelebi
Marifet Yayınları

Dinî ilimlerden matematik ve coğrafyaya kadar geniş bir yelpâzede söz
sahibi olan Kâtip Çelebi, Mizânü'l-Hak adını verdiği bu Türkçe eserde;
Osmanlı toplumunda tartışma konusu olan dînî ve sosyal konuları ele
alıp incelemiştir.
Tartışma usûl ve âdâbına dikkat etmeden âdetâ bir karalama ve kör
döğüşüne döndürülen ve toplumu rahatsız eden bu gidişe, o, sağduyu ve
tarafsızlığı ile karşı çıkmış; aşırı uçlarda ölçüsüz bir şekilde kavga
edenlere orta yolu, itidâl ve dengeyi göstermiştir.
Bugün de ülkemizde tartışılan birçok dînî ve sosyal konuya da ışık
tutan Mîzânu'l-Hak, dünün tartışmalarını aktarırken, yarını da
aydınlatmaktadır.

14Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:35 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Matrakçı Nasuh - (12.03.1564)
--------------------------------------------------------------------------------
Doğum tarihi ve yeri bilinmiyor. Kâtip Çelebi ölüm tarihi olarak 1533'ü
vermekteyse de, bunun doğru olmadığı bugün kesinleşmiştir. Çeşitli
kaynaklarda onun 1547'den, 1551'den, 1553'ten sonra ölmüş olabileceği
ileri sürülmektedir. Yaşamı üstüne bilgi de yok denecek kadar azdır.
Saraybosna yakınlarında doğduğuna, dedesinin devşirme olduğuna ilişkin
kesinleşmemiş ipuçları vardır. Enderun'da okumuştur.

Matrak sporcusu

Matrakçı ya da Matrakî adıyla anılması, lobotu andıran sopalarla
oynandığı ve eskrime benzeyen bir tür savaş oyunu olduğu bilinen
"matrak" oyununda çok usta olmasından ve belki de bu oyunun mucidi
bulunmasından ileri gelmektedir.

Silahın kitabını yazan bir silahşör

Nasuh ayrıca çok usta bir silahşördür. Bu nedenle Silahî adıyla da
anılırdı. Türlü silah ve mızrak oyunlarındaki ustalığı nedeniyle
Osmanlı ülkesinde "üstad" ve "reis" olarak tanınması için 1530'da I.
Süleyman (Kanuni) tarafından verilmiş bir beratı da vardı. Çeşitli
silahların nasıl kullanılacağını ve dövüş yöntemlerini anlatan
Tuhfetü'l-Guzât adlı bir kılavuz kitap bile yazmıştı.

Matematikçi

Nasuh, özellikle geometri ve matematik alanlarında önemli bir bilim
adamıydı. Uzunluk ölçülerini gösteren cetveller hazırlamış ve bu konuda
kendinden sonra gelenlere önderlik etmiştir. Matematiğe ilişkin iki
kitabı Cemâlü'l-Küttâb ve Kemalü'l- Hisâb ile Umdetü'l-Hisâb'ı I. Selim
(Yavuz) döneminde yazmış ve padişaha adamıştır. Bu yapıtlardan
sonuncusu uzun yıllar matematikçilerin elkitabı olarak kullanılmıştır.

Tarih kitapları yazdı

Nasuh bir tarihçi olarak da önemli yapıtlar vermiştir. Mecmaü't-Tevârih
adıyla Taberî Tarihi'ni Türkçe'ye çevirmiştir. Ayrıca Tarih'i Sultan
Bayezid ve Sultan Selim ile Tarih'i Sultan Bayezid adlı iki kitabında
bu padişahlar dönemindeki olayları anlatmıştır. Süleymannâme adlı
kitabının üç ayrı nüshasında 1520-1537, 1543-1551 ve 1542-1543 arasında
geçen olayları ele almıştır. Kanuni'nin 1534 Irak seferini Beyan-ı
Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han'da 1538 Karaboğdan
seferini de Fetihnâme-i Karaboğdan' da konu etmiştir.

Minyatürde bir zirve

Onu bugüne taşıyan asıl yönü ise minyatür sanatındaki yeridir.

Matrakçı Nasuh 28 Nisan 1564'te öldü.

15Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:35 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Meral Akşener ( 1956)
--------------------------------------------------------------------------------
MHP İstanbul Milletvekili

1956 yılında İzmit Gündoğdu köyünde doğdu. Tahir Ömer Bey ile Sıddıka
Hanım�ın kızı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
mezunu. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü�nde doktora
yaptı. Yıldız ve Kocaeli Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak
çalıştı. Zübeyde Hanım Şehit Anaları Vakfı�nın başkanlığını yaptı. 1995
yılında DYP Kadın Kolları Başkanı oldu. 24 Aralık 1995 seçimlerinde
İstanbul Milletvekili seçildi. Önce DYP Genel Başkan Yardımcısı, sonra
da İçişleri Bakanı oldu. Bilahare MHP�ye geçti. MHP�den Kocaeli
Milletvekili seçildi. Halen MHP Merkez Yönetim Kurulu Üyesi. İngilizce
biliyor. Evli ve bir çocuk annesi. 22 Temmuz Genel Seçiminde MHP
İstanbul Milletvekili seçildi.

16Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:35 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Münevver Ayaşlı ( 1906)
--------------------------------------------------------------------------------
1906 yılında Selanik'de doğdu. Babasının görevi sebebiyle
imparatorluğun çeşitli bölgelerini gezdi. Alman okulu ve Fransa'da
College de France ile Şark Dilleri okullarında okudu. Arapça ve Farsça
öğrendi. Ünlü şarkiyatçı Massignon'dan tasavvuf dersleri aldı. Viyana
Büyükelçisi Sadullah Paşa'nın oğlu Nusret ile evlenerek Ayaşlı soyadını
aldı. Romanlarında Osmanlı kültür ve medeniyetinin tasviri vardır.
Gınluk gazete yazıları da yazmıştır.

Romanları:
1- Pertev Bey'in Üç Kızı (1968), 2- Pertev Beyi'in İki Kızı (1969), 3- Pertev Bey'in Torunları

17Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:35 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Naima ( 07.12.1651)- (22.12.1714)
--------------------------------------------------------------------------------
Nâimâ, ilk resmî vak'anüvis ve Osmanlı tarihçileri arasında en ünlü
kişidir. 1652 yılında Halep'te doğdu, Babası. Halep eşrafındandı. İlk
öğrenimini orada tamamlayan Nâimâ, genç yaşta İstanbul'a geldi. Yüksek
öğrenim gördü ve Dîvan Kalemi'nde memur olarak hayata atıldı. Sonra
hayatı birçok memurluklarda geçti. Dîvan Mektupçuluğu, Başmuhasebecilik
vesaire yaptı. Nâimâ memurluk hayatında bazen yükselip bolluğa kavuştu,
bazen atılıp sıkıntı çekti. Bir aralık Alanya ve Bursa'ya da sürüldü.
Çorlu'lu Ali Paşa onu Mora seferine beraber götürdü. Nâimâ, 1715
yılında Patras'da muhasebeci iken 63 yaşında öldü ve bu kasabada
bulunan bir c*****n bahçesine gömüldü.

Osmanlı Tarihi'nde resmî olarak ilk vak'anüvis olan Mustafa Naimâ
Efendi, ilk öğrenimini doğduğu şehir olan Halep'te tamamladıktan sonra,
genç yaşta İstanbul'a geldi. Küçüklüğünden beri okuyup yazmaya,
özellikle tarihe ve edebiyata büyük merakı vardı. İstanbul'da Enderun'a
devam etti. Sonra, Dîvan katipliğinde görev aldı.

Pırıl pırıl zekâsı, titiz çalışmasıyla kendini kısa zamanda gösteren
Nâimâ, Kalaylı Koz Ahmet Paşa'nın Dîvan Efendiliği'ne yükseldi. Daha
sonra, ilim ve sanat adamlarını korumakla tanınmış Amcazade Hüseyin
Paşa'nın hizmetine girdi. İşte, Nâimâ'yı Nâimâ yapan o ciddi
çalışmalar, Hüseyin Paşa'nın yanındayken başladı. Amcazade Hüseyin
Paşa, Nâimâ'nın mükemmel tarih bilgisini öğrenince, ona önemli bir
görev verdi. Paşanın kütüphanesinde, Şârihu'l-Menârzade Ahmet
Efendi'nin yazdığı, fakat henüz düzene konulmamış, müsvedde halinde bir
tarih kitabı vardı. Bu kitap, 1591 ila 1659 yılları arasındaki olayları
naklediyordu.

Hüseyin Paşa, bu kitabın derlenip toplanması ve yeniden kaleme alınması
işini Nâimâ'ya verdi. Nâimâ, çalışmalarını çok sıkı tuttu. Çeşitli
kaynaklara dayandı, Uzun araştırmalar yaptı ve kitabın daha ilk
bölümlerini henüz tamamlarken Hüseyin Paşa'nın büyük takdirini kazandı.

Bu eser tamamlandığı zaman, artık eski müsveddelerle ilgisi kalmamış,
baştan başa Nâimâ'nın araştırması ve usta kaleminin bir ifadesi
olmuştu, Bu yüzden büyük eser NaimâTarihi olarak bilinir. Nâimâ
Tarihi'ne konu olan yıllar, Osmanlı İmparatorluğu'nun en düşkün
zamanlarına rastlar. Nâimâ, canlı ve zarif uslubuyla o yılları önümüze
sererken, sadece tarihçiliğindeki ustalığı değil, yazarlığındaki
kudreti de ortaya koymuştur.

Osmanlı tarihçileri, genellikle saray dahilinde cereyan eden olaylara
pek nüfuz imkânını bulamadıkları ve kulaktan kulağa bir şeyler duysalar
bile, hayatlarından korktukları için, olayları aktarmada yüzeysel
kalmışlardır. Oysa, Nâimâ cesaretle davranmış, hatta III. Ahmet'in,
tahta geçer geçmez 19 erkek kardeşini nasıl idam ettirdiğini bile açık
açık anlatmıştır:

"Padişah-ı Cihanpenah'ın biraderi olan on dokuz nefer şehzade-i
bî-günah, nizam-ı alem için, kemend-i cânistan ile şüheda zirvesine
ilhak edilirlerken, yetişkin olmayanların, annelerinin kucağından
alınıp canlarına kıyılmasını harem-i hümayun vaveyla ve göz yaşlarına
gark olarak seyreylemiştir..."
İstanbul halkı da bu facianın üzüntü ve ızdırabını çekmiştir.
Şehzadelerin en büyüğü Mustafa'nın son anında şu beyti söylemiş
olduğunu da, Nâimâ, eserinde rahatça nakleder:
Nâsiyemde kâtib-i kudret ne yazdı bilmedüm
Âh, kim bu gülşen-i alemde herkiz gülmedüm.

Naimâ Tarihi'nin bir başka bölümünde, Sultan III. Mehmet'in korkaklığı
anlatılmıştır. Nâimâ 'dan öğrendiğimiz olay şudur: Padişah III. Mehmet
zorla sefere çıkarılmış ve Osmanlı Ordusu, Hasova mevkiinde durmuştu.
Tarihe, Hasova Zaferi olarak geçecek olan savaştan önce, padişahın,
Sadrazam Damat İbrahim Paşa'ya gönderdiği tezkire pek yüz kızartıcı
oldu:

"Sen ki lalamsın, burda muharebe içün seni serdar idüp, ben buradan İstanbul'a revân olsam olmaz mı?.."
Nâimâ, tarih yazışına yepyeni bir stil getirmiştir. Onun renkli ve
çekici bir üslûbu vardı. Olayları, bunları doğuran sosyal çevre ile
beraber görüp anlattı. Halkın ve memleketin bu devirdeki hayatı
Nâimâ'nın eserinde canlandı. Padişah ve vezirlerin eksik yönlerini,
hatalarını güçlü bir ifade tarzıyla yazdı ve eleştirdi.
Nâimâ, tarih olaylarının ve bunları meydana getiren şahısların iç
dünyalarına da sızarak yepyeni bir tarih edebiyatı ve sanatı ortaya
koydu. Bu eser tarih edebiyatımızın en değerli eserlerinden biridir.
Nâimâ'nın bu düzenli eserini ilk kez İbrahim Müteferrika iki cilt
olarak bastı. Daha sonra eser altı cilt olarak yeniden yayınlandı.
Nâimâ Tarihi, Osmanlı tarihleri içinde önde gelen tarih kitaplarından
biridir.
Nâimâ, devlet görevinde, Anadolu Muhasebeciliği'ne kadar yükseldi,
fakat haksızlığa karşı göz yummadığı ve devrin ileri gelenleri hakkında
tenkit edici sözler söylediği için 1706 yılında Hanya'ya sürüldü.
Eşinin talebi üzerine, sürgün yeri Bursa olarak değiştirildi. Sürgünde,
çok sıkıntılı günler geçirdi. Koca bir yıl çekmediği çile kalmayan
Nâimâ, nihayet Çorlulu Ali Paşa'nın izniyle İstanbul'a geldi. Tekrar
devlet hizmetine alındı. Hatta Çorlulu Ali Paşa, onun gönlünü almak
için Mora seferine beraberinde götürdü.

Ancak bu sefer sırasında da tok sözlülüğünün cezasını çeken Nâimâ'ya,
bir kısım görevlerinden el çektirildi. Haksız ve yersiz muamelelere
maruz kaldı. Mora'nın Patras kasabasında muhasebeci olarak
görevlendirildi. Nâimâ 63 yaşında iken, Patras'ta öldü. Patras'ta
bulunan tek c*****n avlusuna gömüldü. Bir süre sonra ne o cami kaldı,
ne de Nâimâ'nın mezarı...

18Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:36 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Nihat Sami Banarlı ( 1907)- (1974)
--------------------------------------------------------------------------------
Edebiyat tarihçisi, yazar, şair ve edebiyat öğretmenidir.1907 yılında
İstanbul'da Fatih'te doğdu.Trabzon mebusu şair Emin Hilmi'nin torunu,
vali şair İlyas Sami'nin oğludur.Soyadını babasının ve annesinin
mezarlarının bulunduğu Banarlı kasabasından aldı. 1930 yılında Edebiyat
Fakültesinden ve Yüksek Öğretmen Okulundan mezun oldu.1929-1934 yılları
arasında Edirne Lisesi ile Kız ve Erkek Öğretmen Okulunda edebiyat
öğretmenliği yaptı.1947 yılına kadar İstanbul'da Kabataş, Galatasaray,
Boğaziçi, Şişli Terakki ve Işık Liselerinde, 1947-1969 yılları arasında
Eğitim Enstitüsü ile Yüksek Öğretmen Okulunda Edebiyat; Yüksek İslâm
Enstitüsünde İslâmi Türk Edebiyatı Tarihi öğretmenliklerinde
bulundu.1969 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Öğretmenlik
yaparken bir çok kuruluşlarda ek görev aldı.1948 yılından itibaren
Hürriyet gazetesinde Edebi Sohbetler sütununda devamlı yazılar
yazdı.1953 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyetine girdi. Bu kuruluşa
bağlı olan İstanbul Enstitüsüne müdür oldu.1958 yılında Yahya Kemal
Enstitüsü yayın işlerini yürüttü.Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser
ve Çağdaş Türk Yazarları Komisyonlarına üye ve başkan seçildi.1970
yılında kurulan Kubbealtı Akademisine Edebiyat Kolu Başkanı ve Akademi
Dergisi Müdürü oldu.1974 yılında 67 yaşında iken İstanbul'da vefat
etti. Mezarı Rumeli Hisarı Mezarlığı'ndadır.

Eserleri:
Yahya Kemal Yaşarken, Yahya Kemal�in Hatıraları,Türkçe�nin Sırları,
Şiir ve Edebiyat Sohbetleri, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Dasitan�i
Tevarih�i Müluk�i Ali Osman ve Cemşid ve Hurşid Mesnevisi(Ahmedi),
Namık Kemal ve Türk Osmanlı Milliyetçiliği, Büyük Nazireler Mevlid ve
Mevlid�de Milli Çizgiler, Edebi Bilgiler, Metinlerle Edebi Bilgiler,
Başlangıçtan Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi, Fatih�in Zafer
Sırları.

19Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:36 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Orhan Bayrak ( 1926)
--------------------------------------------------------------------------------
M.Orhan Bayrak 1926 yılında Denizli�de doğdu.Emekli Kd. Albay (1977),
Harita Mühendisi, Harita Genel Müdürlüğü Komptrolörü(1972-1977),
İstanbul Belediyesi Harita Müdürü (1981-1982), yazar.


Eserlerinden bazıları:İstanbul�un Tarihi Yerler Kılavuzu, Türkiye
Tarihi Yerler Kılavuzu, İstanbul�da Gömülü Meşhur Adamlar, Osmanlı
Meşhurlarından Fıkralar, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı,Ansiklopedik
İstanbul Rehberi, Osmanlı Tarihi Yazarları, 1920-1984 Türkiye�yi Kimler
Yönetti?

20Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:36 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Ömer Lütfi Barkan ( 1902)- (1979)
--------------------------------------------------------------------------------
İktisat tarihi profesörü ve yazardır.1902 yılında Edirne'de doğdu.1926
yılında İstanbul Edebiyat Fakültesinin felsefe bölümünden mezun
oldu.Milli Eğitim Bakanlığınca gönderildiği Fransa'nın Strazburg Hukuk
Fakültesinden iktisat diploması aldı.1931 yılında Türkiye'ye
döndü.1931-1933 yılları arasında Eskişehir Lisesinde Felsefe
öğretmenliği yaptı.1933 yılında Üniversite Reformu ile Türk İnkılap
Enstitüsü doçenti, 1937 yılında İktisat tarihi doçenti, 1940 yılında
Türk Tarih Kurumu asli üyesi oldu. 1941 yılında profesörlüğe yükseldi.
Strazburg Üniversitesi tarafından şeref doktoru payesi verildi.1950
yılında Türk İktisat Tarihi Enstitüsünü kurdu.1957 yılında Ord.
Profesörlüğe yükseldi.1973 yılında emekliye ayrıldı.1979 yılında 77
yaşında iken İstanbul'da vefat etti.Mezarı Edirnekapı şehitliğindedir.

21Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:36 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Reha Çamuroğlu
--------------------------------------------------------------------------------
Reha Çamuroğlu, 20 Ağustos 1958'de İstanbul'da doğdu. Babasının adı
Yaşar İhsan, annesinin adı Gülen'dir. Tarihçi-Yazar; Boğaziçi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi. Büyük
Larousse ve Ana Britannica ansiklopedilerinde tarih yazarlığı ve
redaktörlük, Cem ve Nefes dergilerinin ise yazı işleri müdürlüklerini
yaptı. Almanya'da bir dizi üniversitede konuk olarak ders ve
konferanslar verdi. 12 telif ve 2 tercüme eseri yayımlandı. TYB
tarafından "2001'in En İyi Romanı Ödülü"ne layık görüldü. Aynı yıl
"Hacı Bektaş Barış ve Dostluk Ödülü"nü aldı. Çok iyi düzeyde İngilizce
bilen Çamuroğlu, evli ve 1 çocuk babasıdır.

HAKKINDA YAZILANLAR

REHA ÇAMUROĞLU İLE SÖYLEŞİ
Yeniçeriler, Bektaşiler ve Modernleşme Süreci

METE TUNÇAY
BİLMEZ BÜLENT CAN
Bilmez Bülent Can (BBC)- Söyleşi konumuzun sınırlarını belirlemekle
başlayalım. Osmanlı tarihinin belli bir dönemine baktığımızda, aynı
modernleşme sürecinde Bektaşiler, yeniçeriler ve modernleşmeci Osmanlı
yönetimi çıkıyor karşımıza. Yaşanmakta olan bu modernleşme sürecinde,
Yeniçeri Ocağının ortadan kaldırıldığını ve Bektaşiliğin bir süre için
yasaklandığını biliyoruz. Bu süreçte rol oynayan aktörler olarak,
Bektaşiler ve yeniçerilerin yanı sıra, ulema ve diğer tarikatları da
unutmamak gerekiyor. Ayrıca zamanla sarayın etrafında oluşan modernist
bürokrasinin ve tekrar güçlenecek olan Bektaşilerin yeni aktörler
olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında bu sürece katıldığını biliyoruz.
Reha'nın bu konuda yazdıklarından yola çıkarak, bu "çokbilinmeyenli
denklem"i konuşmadan önce, Yeniçeri Ocağının kapatıldığı 1826 yılına
kadarki tarihi tartışalım isterseniz.

Benim bu konudaki ilk sorum, Bektaşiler ile yeniçerilerin ilk olarak
bir araya gelmesi ve kaynaşmasıyla ilgili: Ne zaman başladı bu ve hangi
oranda gerçekleşti? Çünkü Suraiya Faroqhi'nin Toplumsal Tarih'in bu
sayısında yayımlanacak yazısında, bu konudaki bilgilerin sözlü geleneğe
dayandığı, aslında arşiv çalışmalarına dayanarak, yeniçerilerin ne
kadar Bektaşi olduğunun, hatta Yeniçeri Ağası, Padişah ve Hacıbektaş'ta
oturan Dedebaba arasındaki ilişkinin bile ortaya çıkarılamadığı
söyleniyor. Hacıbektaş'taki Pirevi'ne ve tekkelere atama yetkisi
konusu, yani periferideki bir tekkenin başına gelecek dervişin atanma
işinin ne kadar Dedebaba tarafından yapıldığı, saray veya bölgesel
grupların ne kadar etkili olduğu gibi konular kesin olarak bilinmiyor.

BEKTAŞİLİK-YENİÇERİLİK İLİŞKİSİ

Mete Tunçay (MT)- Reha'nın Vaka-i Şerriye kitabındaki tezlerinden biri,
belki de en önemlisi, Bektaşilik-yeniçerilik ilişkisinin başlangıçtan
beri olamayacağı. Şunu her zaman merak etmişimdir: Eğer bütün Kapıkulu
askeri yeniçeri Bektaşi idiyse, Yavuz Selim nasıl olup da Çaldıran'da
Şah İsmail'e karşı savaşabildi? Orada senin tezin şu: Bu, sonradan icat
edilmiş bir gelenek olmalı; yoksa Hacı Bektaş-ı Veli'nin bu ocağı
takdis etmesi, bu konudaki gülbankların falan çıkması daha sonraki bir
tarihte olmalı, buna bir tarih verebiliyor musun?

Reha Çamuroğlu (RÇ)- 16. yüzyılın ikinci yarısı ve sonları diye
düşünüyorum. Çaldıran sahrasına Osmanlı ordusu yerleşirken Osmanlı
savaş divanında bir tartışma geçiyor. Hoca Sadeddin bunu ayrıntılı
veriyor Tacü't-tevarih'te. Tartışma şu: Orduyu dinlendirip mi hücuma
geçelim, hemen mi hücuma geçelim? Aynı şey bu sırada karşı tarafta,
İsmail'in ordusunda da var. Osmanlı savaş divanında eğilim,
"dinlendirelim; onlar saldırırlarsa saldırsın, ama biz dinlenmeden,
dinlendirmeden saldırmayalım!" şeklinde. Şu anda adını unuttuğum, kâtip
düzeyinde bir görevli söz alıyor, "hemen saldırmalıyız!" diyor. "Niçin
hemen saldırmalıyız?" diye soruyor Yavuz buna. Diyor ki, "Rumeli'den
gelen akıncılar, bunların laflarına pek meyyal; bu lafları duymadan
hemen saldıralım." Onlar Bektaşi, yani Malkoçoğlu ailesi,
Evrenosoğulları, Rumeli'den gelen akıncılar�

MT- Yeniçeri değil ama.
RÇ- Değil, bu önemli: "Yeniçeriler" demiyor, savaşa erken girişmek gerektiğinin gerekçesi olarak.
MT- O halde birinci tespitimiz: Yeniçeri Ocağının kurulmasında Hacı
Bektaş-ı Veli'nin iştiraki, başından itibaren bu Bektaşi gülbanklarının
kullanılmış olduğu doğru değil. Bu bir "invention of tradition" olarak,
ancak 16. yüzyılın ikinci yarısında, Kanuni döneminde ortaya çıkmış bir
şeydir, diyor Reha.
RÇ- Gelenekte şu bile var: Yeniçeri, "yeni asker"den gelmez, "yen
çeri"nden gelir! Hacı Bektaş "yen"inden çıkarmıştır onları. Keramet
göstermiştir. Şifahi gelenekte bu vardır.
BBC- Bu hem Bektaşi geleneğinde var (mesela Turgut Koca'nın
yeniçerilerle ilgili kitabında anlattığı bu), hem de yeniçerilerin
kendi geleneğinde var.
RÇ- Tabi, bence yeniçeriler kendilerini, en azından uzun yüzyıllar
boyunca bir lonca olarak gördüler. Yani onların yaptıkları, icra
ettikleri, bir meslek. Tabii ki "meslek" bugünkü "profession" anlamında
değil, çünkü kunduracı da başka türlü bakıyordu mesleğine o
yüzyıllarda. Yaptıkları bir meslekti ve bir mesleğin ve bir loncanın
"nur"suz ve "pir"siz olması düşünülemezdi. Her loncanın bir pir
geleneği var.
MT- Mesela Hz. İsa hekimler loncasının piridir, Hz. Muhammed tüccarlar
loncasının piridir. Onun gibi, bu askeri loncanın da piri Hacı Bektaş-ı
Veli'dir?
RÇ- Bir şekilde belli güçler dengesine uygun, belki yeniçerilerin kendi
kabul ettikleri, kendi meyyal oldukları, belki de belli bir dönem
devletin tavsiyesiyle yönlendirildikleri bir "pir" olabilir Hacı
Bektaş. Ama mehter pirsiz ve nursuzdur, yani mehterin piri yoktur. Bir
meslektir mehterlik, ama mehterliğin piri yoktur; çünkü müzik
konusundaki hadisler onlara bir pir vermeye engeldir. Onların pirsiz
kalması istenmiştir, çünkü sırf savaş için müzik kullanılması nispeten
ehven görülmüştür.
BBC- Bu "iç içe geçiş" olayı 16. yüzyılda bir anda mı oluyor? Mesela
Kalender Çelebi örneğini veriyorsun kitabında: Resmen heteredoks bir
ayaklanma söz konusu ve yeniçeriler tarafından bastırılıyor. 1550'lere
kadar kesinlikle zaten bu süreç başlamamış diyelim ve bu yüzyılın
ikinci yarısında başlatalım, ama bir anda olup bitmediğine göre, bunun
ne zaman tamamlandığıyla ilgili olarak yaklaşık bir tarih verebilir
miyiz? Gerçekten sarayın yeniçerileri artık Bektaşi olarak tanımlamaya
başladığı yaklaşık bir tarih var mı, yoksa hiç tamamlanmıyor mu bu
süreç?

RÇ- Tamamlanmasa Bektaşi tarikatını niye yasaklasın 1826'da?! Ayrıca
bütün dönem boyunca ulemanın söylemi, yeniçerilerin "Bektaşiler gibi"
olduğu, Bektaşi yeniçerilerin kâfir olduğu düşüncesi üzerine oturuyor.
Ocağın önde gelen ağaları ("bıyığını balta kesmez ağaları" deniyor )
"Dudman-i Bektaşiyan" adıyla anılıyor.
Yeniçeriler kapıkulu sipahileriyle dövüştükleri zaman, 1644 ya da
1648'de, (tam tarihini şu anda hatırlamıyorum) Sultan Ahmet Meydanı'nda
kapıkulu sipahilerini kırarlar. Yok ederler neredeyse. O zaman iki
heterodoks tarikatın birbirine düşman kesildiğini görüyoruz: Bektaşiler
ile Melamiler... Çünkü sipahiler Melamilere, heterodoks bir tarikata
bağlıdır. Artık 17. yüzyılın ilk yarısında kesin bir şekilde
yeniçerilerin Bektaşilere ve Bektaşilerin yeniçerilere ait olduğu
görülmektedir.

ULEMA MODERNLEŞMEYE ENGEL MİDİR?

MT- İkinci bir konu olarak, devşirme hikâyesini merak ediyorum.
Devşirme ne zaman ****ndi? Bana öyle geliyor ki devşirme sistemi yavaş
yavaş gevşedi ve ocağın kaldırılmasına kadar devam etti aslında.
RÇ- Şunu söylemek mümkün gibi geliyor bana: Devşirme sistemi hiç
****nmedi! 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, turna katarlarının
(çocukları toplayıp getirmelerine "turna katarı" deniyor) durduğunu
görüyoruz.

MT- Ama 19. yüzyılda hâlâ devşirme var.
RÇ- Bunlar daha çok Enderun'a alınıyor. [Reşat Ekrem] Koçu çok güzel
anlatır ya hani, elini ayağını beğenir, "Aman ne güzel oğlan!" der ve
alır saraya. Onlar saraydan çıktıkları vakit ocağa kaydedilmezler,
kazan defterine yazılmazlar. Yeniçeri değildir onlar, kapıkuludurlar.

MT- Dönüş 17. yüzyıl mı diyorsun?
RÇ- Evet, çünkü ondan sonra zaten yeniçerilerin çocuklarının
yazılmasıyla, loncalardan insanların yazılmasıyla başa çıkamaz hale
geliyorlar. Mesela Bektaşi tarikatının sözlü geleneğinde bu çok net
konu. Turgut Baba diye bir Arnavut Bektaşi vardı, dört sene önce hakka
yürüdü. Beş kuşak Bektaşi'ydi kendisi. İşte Sütlüce'de dokuma
loncasıyla Bektaşilerin ilişkisini anlatırdı. Topkapı'da demircilerle
Bektaşilerin ilişkisini, Yedikule'de dericilerle Bektaşilerin
ilişkisini. Bektaşiler bir dolayım teşkil ediyor ve yeniçeri çocukları
ve loncalardan ocağa kaydolmak isteyenler zaten inanılmaz bir fazla
yaratıyorlar. Dışardan devşirmeye ilişkin o dönemde bir iz görmedim.

MT- O halde ikinci tespitin, bu yeniçeri ocağına devşirme adam da aşağı yukarı aynı dönemde sona ermiş.
RÇ- Evet, yeniçeriler bu dönemde artık evlenme hakkını ve meslek tutma hakkını elde ediyorlar.
MT- Yeniçeriler "kul oğlu" diye çocuklarını ocağa sokuyorlar, onlar
gidip çeşitli loncalarda ticaret yapıyorlar, esnaflık yapıyorlar. Bir
de aynı zamanda tersi oluyor: Loncalar adam vermeye başlıyor...
RÇ- Bunların çoğu, "taslakçı" denilenler, fahri yeniçeri. Yeniçeri
ortalarının, diyelim 56. ortanın işaretini ("balta"deniyor ona)
yaptırıyor dövme olarak koluna, ama o ortanın defterine kayıtlı değil.
Maaş almıyor, ulufe almıyor. Fakat o "orta" ona izin veriyor bunu
yapması için. "Taslakçı kardeşimiz" veya "taslakçı yoldaşımız" diyor�

MT- Bir çeşit fahri üyelik gibi bir şey.
BBC- Yeniçeri olmamasına rağmen, bazı esnafa da yapıyorlar bunu değil
mi? Bazıları yeniçeri, bazıları hiç değil, ama öyle bir işaret koyuyor
"bizim korumamız altındadır!" gibi...
RÇ- O başka bir şey! Benim sözünü ettiğim, hem yeniçeri hem de esnaf,
"halk" olanlar. Mesela II. Mahmut Topkapı Sarayı'nda şeyhleri topluyor
1826 olayından önce. Orda bir şeyhin itirazı oluyor yeniçerilerin yok
edilmesine. Diyor ki "bunlar ahalinin çoğunluğudur", "ahalinin
çoğunluğunu mu yok edeceksiniz?" diyor. Bu şekilde, esnafla
bütünleşmeleri gibi bir durum var. Benim özellikle söylemek istediğim
şuydu: Bizim tepeden inme modernleşme tarihimizin başında, iddia
edilegeldiği gibi, ulema "engel" falan değil.

MT- O da modernleşmeyi destekliyor...
RÇ- Tabii! Aktif olarak. Ulema eğer sarayın yanında yer almasaydı, muhtemelen saray yok olacaktı, son ayaklanmada.
BBC- O zaman, tam da burada modernleşme sürecinde ortaya çıkan,
çokbilinmeyenli denkleme geçebiliriz sanırım. Şimdi şunu anladık;
yeniçeriler Bektaşileşiyorlar, ancak bir konu tam açık değil: Tarikatın
kendisi nasıl bakıyor bu olaya? Çünkü yeniçeriler tarikatın içerisinde
bazı değişikliklere yol açmıyor mu? Diğer yandan, tespitlerin doğruysa,
yani Patrona isyanında, daha sonra III. Selim'in öldürülmesi olayında,
"ulema-yeniçeri işbirliği" iddiası tamamen yanlış mı?
RÇ- Yok değil!
BBC- Peki... Özellikle III. Selim olayında, bu isyan devletin
modernleşme ve merkezileşme sürecine tepki olarak çıkmıyor mu ortaya?
Bu anlamda da ulema, bu modernleşmeye tepki olarak, gerçekten yeniçeri
ile birlikte o sürece karşı çıkmış olmuyor mu?
RÇ- Şimdi burada başka bir şey var. Birçok yeniçeri isyanında, son
noktada ulemanın zorla, kılıç zoruyla yeni odalara, kışlaya
getirildiğini görüyoruz. Ama özellikle Son Yeniçeri'de ben bir şeye
dikkat çekmek istedim: 1826'da ve öncesinde, yeniçeriler giderek bizzat
hanedanın kendisini hedef almaya başlıyorlar. Hanedan karşıtı laflar
duyulmaya başlıyor. "Kırım hanını padişah yaparız!" gibi. Selim Giray'ı�

MT- Kırım hanları "yedek hanedan" olduğundan...
RÇ- Daha ilginci var: "Konya'daki Mevlevi Şeyhini padişah yaparız!" diyorlar...
MT- Yani Mevlevilere bu kadar sıcak mı bakıyorlar?
RÇ- Mesala, II. Mahmut'un Halet Efendisi vardır, Mevlevidir. Yeniçerilerle çok iyi ilişkisi vardır.
BBC- Peki Halet Efendi bu arada Rumeli'de Tepedelenli ile savaşırken de
Bektaşi düşmanı olarak çıkmıyor mu karşımıza? Tepedelenli, o bölgede
Bektaşiliğe dayanarak merkeze isyan eden biri. Nasıl yerine oturtuyoruz
tüm bunları? Halet'in sarayla böyle bir yakınlığı var ve Tepedelenli de
kendi bölgesinde Bektaşilere dayanarak saraya karşı...
RÇ- Şimdi bir şeyi görmek lazım: Rumeli zaten uzun yıllardır neredeyse
özerk. Yani Rumeli, kafasına yatarsa uyguluyor fermanları zaten. Bosna
hep öyle. Edirne yeniçeri ve Bektaşi cumhuriyeti neredeyse! Şehre
Nizam-ı Cedid ordusunu sokmuyor. Silivri'den itibaren ayaklanmalar
başlıyor.

MT- Zaten Reha, Erich Zürcher kitabında çok net söylüyor (çok basit bir
şey, ama bizim göz ardı ettiğimiz bir şey): Osmanlı İmparatorluğu bir
"pre-modern imparatorluk" olduğu için, "standart yönetim" diye bir şey
yok 19. yüzyıla kadar. Birçok bela modernleşmeyle beraber standart
yönetimin gelmesine...
RÇ- Bu nedenle "standart çıkarlar" diye de bir şey yok.

MT- Doğru.
RÇ- "Halet Efendi orada Tepedelenli'ye karşı çıkar, ama burada da
bunlarla ittifak kurar!" anlamında bunu söyledim, çünkü böyle bir genel
geçer çıkarlar bağlamında bakmıyorlar olaya. Güçler ayrı. İstanbul'da
da ayrı bir durum var.

NİZAM-I CEDİD'E KİMLER KARŞI ÇIKTI?

BBC- İstanbul'da yeniçerilerin Nizam-ı Cedid'e karşı çıktıklarını ve bu nedenle isyan ettiklerini biliyoruz.
RÇ- Yeniçerilerde böyle bir ayaklanma yoktur. Bir kere Nizam-ı Cedid'e
yeniçerilerin baştan karşı çıktıkları bir tevatür. Kendileri asker
veriyorlar, yoldaşlarını veriyorlar! İkinci bir nokta: İstanbul'a gelen
Fransız zabitlerle yeniçerilerin Aksaray'daki yeni odalarda, en büyük
kışlalarında birlikte yemek sofraları kurdukları, muhabbet sofraları
kurup içki içmeleri ve Fransız kralcılarla Fransız cumhuriyetçiler
kapışırken, müsademede Galata'daki (zannediyorum 56. ortadır Galata'nın
güvenliğini sağlayan yeniçeri ortası) yeniçeri ortasının Fransız
cumhuriyetçilerden yana tavır alması başka birtakım şeyleri getiriyor
akla. Hiç de yalıtılmış bir dünyada yaşamıyorlar. Yeniçeri meyhaneleri,
yeniçeri kahvehaneleri aynı zamanda Frenklerin de sık sık gidip geldiği
yerler. Denizcileri, cumhuriyetçileri, kralcıları, tüccarı... Son
Yeniçeri'de ben onun için bir beyanname olayına dikkat çektim. Padişahı
bir bildiriyle uyarıyorlar. Altına da "Ocaklı" diye imza atıyorlar.
BBC- O tamamen kurgu mu?
RÇ- Tamamen kurgu değil. III. Selim için kurgu, ama I. Abdülhamit'e
yapılmıştır bu. I. Abdülhamit'i beyanname ile uyarmışlar ve bunu
İstanbul'un her tarafına dağıtmışlardır.
MT- "Beyanname" adıyla mı?
RÇ- "Beyanname" adıyla! Dolayısıyla böyle bir beyanname geleneği,
"geleneği" diyemezsek de, "beyanname" diye bir olay girmiş. Bu tamamen
Batılı bir şey. Çoğalttırmışlar ve onu dağıtmışlar. Bu noktada ulema da
başka bir yerden muhalefet yürütüyor. Birincisi, Kırım kaybedilince,
çok büyük bir baskı yaratıyor: Müslüman toprağı kaybedilmiş!
Müslümanlar orada acı çekiyor, zulme uğruyor.

MT- "Darü'l-harp" oldu artık Kırım, ama Müslümanlar var.
RÇ- Evet. İkincisi, "nedir bu yeni kıyafetler?!" sorusunu soruyor
ulema, Nizam-ı Cedid'e karşı. Üçüncüsü de tabii, belki de "kalem
efendileri"nin ilk örneklerinden olan İrad-ı Cedid görevlileri yeni bir
zengin sınıf yaratmaya başladılar. Sonra "Rusçuk Yaranı" falan oluyor
ya bunlar. Yeni bir iktidar odağı ve zenginlik odağı. Ulemayla bunların
arasında bir çatışma başlıyor. Önemli bir başka şey (Son Yeniçeri'de
onu vurgulamaya çalıştım), III. Selim bir Mevlevi. Mevlana'yla Şems
ilişkisini andırır bir ilişkisi var Şeyh Galip'le. Osmanlı
padişahlarının bir tarikata intisap etmesi yeni bir olay değil, ama o
biraz fazla ileri gidiyor (!) burada; besteler yapıyor falan... ve Şeyh
Galip en yakın musahibi. Ulema, zannediyorum bundan da rahatsız oluyor,
çünkü saray ricalinin bir tarikata kaptırılıyor olması da ciddi bir
sorun ulema için.

KİM MODERNLEŞMEDEN YANA?

BBC- Aktörler konuluyor ortaya, bir de modernleşme diye bir süreç var. Kim bundan yana, kim buna karşı?
RÇ- Ulemanın kültürel, politik bir perspektifi yok elbette.
Modernleşmeye karşı olmak gibi bir perspektifi yok, çünkü II. Mahmut
yeniçerileri yok etmeye karar verdiğinde, önceden aldığı önlemlerden
biri olarak, ulemaya vakıf ayrıcalıkları verdiğini, ulemanın
ücretlerinde iyileştirmelere gittiğini, müderrislerin ücretlerinde
iyileştirmelere gittiğini, sübyan mektepleri meselesini onların
tekeline verecek şekilde yaygınlaştırdığını görüyoruz. Yeniçeriler var
hâlâ, 1826 öncesi... II. Mahmut yeniçerileri yok etme kararı almadan,
ulemayı yanına çekebilmek için çok sistemli bir ön hazırlık yapıyor.
II. Mahmut'un burada temel amacı, para, hazinenin gücü ve sağlayacağı
ayrılacaklar: Ücretlerdeki artışlar, vakıflara getirilecek
ayrıcalıklar... Daha sonra Kemalist bürokrasi, Mahmut'u bu nedenle
eleştiriyor: "Mahmut neredeyse Mustafa Kemal'in öncülü, ama gericilere
karşı mücadelede radikal davranamamış!" gibi bir yaklaşım getiriyor.

BBC- II. Mahmut'un nasıl tahta geçirildiği biliniyor. 1826 eylemi için
hazırlıklarını yapıyor, ulemayı yanına alıyor. Burada ulemanın tavrında
bir kırılma oldu diyelim. Ondan önce, olup bitenlere karşı kaygıları,
kuşkuları, tepkileri var. Dolayısıyla da yeniçerilerin isyanına destek
var, ama 1826'ya kadar II. Mahmut'tan "hayır tasfiye edilmeyeceksiniz,
bu modernite süreci içine katılacaksınız" sinyalleri alıyorlar.
Bektaşiler ve yeniçeriler bu modernleşmeye karşı değil mi? Sanki onlar
aslında rahatsız değilmiş gibi koyuyoruz burada. O zaman 1807-08
olayları nasıl meydana geldi?
RÇ- Hayır, ben bunu demiyorum ki. Ben açıkça şunu dedim: Mesele,
"modernleşme" ya da "anti-modernleşme" değil. Mesele, bu modernleşmenin
hangi güçler aracılığıyla ve nasıl yapılacağı.
BBC- Yeniçerilerin ve Bektaşilerin tavrı ne? Bu sürecin neresinde olmak istiyorlar?

RÇ- Son dönemlerde, 1826'ya kadar, yeniçerilerin yüzde 10-15'i savaşa
gidiyor ama bunlar hâlâ Osmanlı ordusunun merkezini, bel kemiğini
oluşturuyor ve hiç de öyle zannedildiği, ileri sürüldüğü gibi bir
"bozgunlar silsilesi" yaşamıyorlar. Bu yüzde 10-15'lik kesim Batı'nın
yeni silahlarıyla karşı karşıya ve bunlar varlıklarını, mesleklerinin
devamını da hâlâ bunda buluyorlar. Mesela 1788'deki Şebeş savaşı açıkça
gösteriyor ki yeniçeriler yeni savaş teknolojisine uyum sağlamışlar. Şu
gözden kaçırılıyor: "Osmanlı bozgunları" deniyor, ama 1788'le başlayan
savaş serisinde, Şebeş sırasında Osmanlı ordusu kendisinin iki misli
Avusturya ve Rus ordularıyla savaşıyor. İki ayrı cephede. Avusturya
ordusunu, ordulardan birini, yeniyorlar. Hatta Kayzer'i az daha
yakalayıp esir edecekler. Bu yıllar yeni top teknolojisinin çıktığı
dönem. Kalibresi gelişmiş toplarla seri atış başlamış ve yeniçeriler
döneminde Osmanlı'nın bunlara uyum sağladığını görüyoruz. 15-20 bin
kişilik bir askeri gücü İstanbul'dan alıp Transilvanya'ya götürmek,
talimsiz mümkün değil zaten. Dolayısıyla yeniçerilerin bu "eşkinci"
denilen "seferi gücü" yok edilene kadar, askeri geleneğin çekirdeğini
oluşturuyor ve bunlar Batı'daki değişimlerden ilk mutazarrır olanlar.
İçinde bulundukları durumda, eskisi gibi devam edemeyeceklerine dair
işaretleri almamaları mümkün değil! Bu nedenle diyorum ki ben,
bunların, kendilerini eğitmeye gelen Fransız subaylarıyla falan hiç
kötü ilişkileri yok.
BBC- O zaman sorun nedir? Yeniçeriler ve Bektaşiler açısından....
RÇ- Sorun şu: Saray var, ulema var ve esnaf loncaları ile yeniçeri var.
Sorun, yaklaşmakta olan değişim sürecinde bu üç iktidar odağının
ilişkilerinin nasıl yeniden yapılanacağı, kimin borazanını daha çok
öttürebileceği...
BBC- Yeniçerileri 1809'da sokağa döken ne? Borazan diğerlerinin eline geçti diye mi korkuyorlardı?
RÇ- Tabii.








google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);

22Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:37 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Semavi Eyice
--------------------------------------------------------------------------------
PROF. DR SEMAVİ EYİCE

1923 yılında İstanbul�da doğdu. Annesi ve babası Amasra�lıydı. Dedesi
çocuklarını okutmak için İstanbul�a gelmiş, buraya yerleşmişti. Semavi
Eyice ilk öğrenimini Kadıköy�deki Fransız okullarında yaptı, sonra
Galatasaray Lisesi�ne geçerek oradan mezun oldu. Kararlıydı, Bizans ve
Osmanlı sanatı okuyacaktı. II. Dünya savaşının en şiddetli günlerinde
Almanya�ya gitti. 1944- 45 yıllarında Viyana ve Berlin
Üniversitelerinde iki sömestre eğitim gördü. �Berlin Üniversitesinin
üçte biri bombalanmıştı. Sanat tarihi dersi o şartlarda yapılıyordu.
1945 yılının ortalarında yurda dönerek İstanbul Üniversitesinde
öğrenimine devam etti ve 1948�de Sanat Tarihi kürsüsünden �İstanbul
Minareleri� teziyle mezun oldu. 1954�te Kâmran Yalgın hanımla evlendi.
1963 yılında Edebiyat Fakültesi�nde ayrı bir Bizans sanatı Tarihi
kürsüsü kuruldu. Semavi Eyice �Zaviyeler� teziyle 1964�te profesörlüğe
yükseldi. Yurt içinde ve dışında konferanslar verip, kongre ve
toplantılarda bildiriler sundu. İlk yazısının yayınlandığı 1946
yılından günümüze gelinceye kadar, Türkçe ve yabancı dillerde olmak
üzere 15 kadar kitap, 500 den fazla bilimsel makale ve araştırması
basıldı. 80 yaşının üzerinde ve gözlerinden rahatsız olmasına rağmen
hala çalışıyor. Konferanslara katılıyor, yayınları takip ediyor,
öğrencilere yardım ediyor. Prof. Dr. Yıldız Demiriz �kimse onun kadar
iyi bilemez İstanbul�u� diyor. Öğrencilerinden Dr. Feridun Özgümüş de
�O, gerçek bir profesör� diye tanımlıyor Eyice�yi. Onun eserleri
hakkında bir bibliyografya hazırlayan Prof. Dr Mahmut Şakiroğlu ise
�bugün bile aynı enerjiyle çalışıyor, beni sık sık arıyor, yeni çıkan
yayınları soruyor, bu yaşında dahi ondan eser bekleyebiliriz� diyor.

23Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:37 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Süleyman Bağlan
--------------------------------------------------------------------------------
1947'de Samsun'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Şarkiyat-Türkiyat ve Tarih bölümlerinde okudu. Rumeli üzerine doktora
çalışması yaptı. Kültür tarihçisi Süleyman Zeki Bağlan; İstanbul'daki
tarihi yapılar uzmanı. Özellikle Boğazdaki saraylar, hisarlar, camiler,
yalılar, köşkler, konaklar, ağaçlar, burunlar, mesire yerleri, semt
isimleri ve daha birçok konuda engin bilgi birikimi ve eşsiz
anlatımıyla Boğaz turlarının vazgeçilmez rehberidir. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm projesınde tarih danışmanlığı
yapmaktadır. Kültür çevrelerinde 0smanlı`ya ve İstanbul'a hayranlığı
ile ünlenen tarih hocasının Hırka-i Şerif Semt Tarihi, Yakın Tarih ve
istanbul üzerine ceşitli makalaleri yayınlanmıştır.

24Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:37 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Tonyukuk .
--------------------------------------------------------------------------------
Tonyukuk, adı bilinen ilk Türk yazar, tarihçi ve büyük devlet adamı.
Milattan sonra 8. asırda Göktürkler devrinde yaşamış İlk defa Türk
adını taşıyan Türk devletidir. Göktürkler, Türklerin atlı uygarlık ya
da bozkır uygarlığından yerleşik uygarlığa geçiş döneminde, Türk
boylarının başına geçerek hüküm süren bir hakan sülâlesidir (552-745).
Kurdukları devlete de Göktürk Devleti denir.

GöktürklerAsya Büyük Hun İmparatorluğu'ndan sonra, her bakımdan temsil
ettiği Türk kültürü itibariyle ikinci "süper" Türk imparatorluğu
niteliğinde olan Gök-Türk hakanlığı, "Türk" sözünü ilk defa resmî
devlet adı
...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.İlteriş Kağan (Kutluk), Kapagan
Kağan, Bögü Han ile Bilge Kağana baş vezirlik yapmış, bazı savaşlarda
başkomutan olarak vazife görmüştür.

Kendi adına dikilen abideye yazdırdıklarından anlaşıldığına göre;
Çin�de doğmuş, Çin esaretinden İlteriş (Kutluk ) Kağanla birlikte
kurtularak Türklerin Çin esaretinden kurtuluş savaşını idare etmiş,
gençlik yıllarında ataklık ve cesaretiyle, yaşlılığında da tecrübe ve
bilgisi ile devletine hizmet vermiştir. Damadı Bilge Kağanın Türk
milletini yerleştirmek ve Budist tapınakları açmak gibi fikirlerini
reddetmiştir. Bu sebeple milleti her an at sırtında harbe hazır tutmuş
ve Türklüğün İslamiyete girmesine zemin hazırlamıştır. Politikayı iyi
bilen, halk ruhunu derinlemesine kavramış olan bu meşhur Göktürk
vezirinin kendi adına M.S. 720-725 yıllarında dikilen kitabesi,
Moğolistan�ın Bayın Çoktu mevkiindedir.

Sade ve sanatsız bir dille yazılan bu kitabede; Çin esaretinin
çilesinden, Çinlilerin hile ve zulümlerinden bahsedilerek halka öğütler
verilir. Bazı bölümlerde de kendi hayatından bahisler vardır.

Bilge Tonyukuk kitabesinden:

�Tanrı yarlıgadığı için Türk milleti içinde silahlı düşmanı
gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım. İlteriş Kağan çalışmasaydı ona
uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı.
Çalıştığı, çalıştığım için il, il oldu. Millet de millet oldu. Kendim
artık kocadım... Şimdi Türk Bilge Kağan, Türk müstakil milletini, Oğuz
milletini iyi idare ederek tahtında oturuyor."
xxxxxxx


Vizier Tonyukuk
He is the first known Turkish writer and historian. He worked as a
counselor for Kutlug Khan, the founder of Gokturk State as **ll as
Kapagan Khan and Bilge Khan, and conducted the post of their council
chairman.

It is understood from the epitaphs he erected in his name, that he was
born in times when Gokturks **re under captivity by Juan Juan State. He
escaped captivity together with Kutlug Khan and took part in
establishment of Goktur State.

He not only served as vizier to Bilge Khan but also married his
daughter to him and became his father-in-law. Since he was a good
strategist and tactician, **stern Turkologists call him as the "Bismarc
of Turks".

Tonyukuk talks about himself as follows in his epitaph:
"Since God vouchsafed, I did not let armed enemy walk around in Turkish
Budun. I did not run marked horse. If Ilteriş Khan did not work and I
did not work obeying him, this nation was to be eliminated. Since I
worked, it became provinces and nations. Now I ** old. Now Bilge Khan
leads his nation governing Turks **ll".

Vizier Tonyukuk, who prevented Turks' conversion into Buddhism also
prevented Turks' settling down in cities surrounded by ramparts and
being enslaved by Chinese again. Tonyukuk who always guided his nation,
explains as follows the life of his nation which reached comfort from
hunger, and independence from slavery: ** **re eating rabbits and deers
in Karakurum. The nation was full. Our enemies **re like furnace
nearby. ** **re fire." Although his date of birth is not known, his
death is in 726. His memory was reminded in a place named Bain-Cokto by
Bilge Khan.

25Türk Tarihçiler Empty Geri: Türk Tarihçiler Ptsi Ocak 11, 2010 5:38 am

*ЯéaLové.<3

*ЯéaLové.<3
Süper Üye
Süper Üye

Vilhelm Radloff
--------------------------------------------------------------------------------
Wilhelm Radloff, (1837 - 1918) �Türk Dünyası�nı türlü yönlerden
araştıran yabancı bilginler arasında müstesna bir yer tutan ve devir
açan şahsiyetlerden biri de, hiç şüphesiz 81 yıllık uzun ömrünün
(1837-1918) altmış yılını bu uğurda çalışmaya hasretmiş olan Alman
asıllı Rus Türkoloğu Wilhelm Radloff�tur. 1813 Savaşları�na katılmış
olan Prusya Ordusu yedek subaylarından ve Berlin şehri polis komiseri
Wilhelm Radloff�un biricik oğlu olarak 5 Ocak (yeni takvime göre 17
Ocak) 1837�de Berlin�de doğmuştur.
İlk ve orta tahsilini aynı şehirde yaptıktan sonra, gelirleri mahdut
olduğu halde çocuklarının ciddi bir tahsil görmesini isteyen ailesinin
teşvikiyle 1854 yılının sonbaharında, Wilhelm henüz 17 yaşında iken
Berlin Üniversitesi Felsefe Fakültesi�ne kaydolmuştur.
Lisede iken en çok Alman Edebiyatı ve klasik filoloji hocalarının
derslerini sevmiş, bunlardan bilhassa klasik edebiyat öğretmeni ve iyi
bir pedogog olan üniversite doçenti Benari�nin, Radloff�un yetişmesinde
mühim rolü olmuştur.

Üniversite hayatının ilk aylarında manevi ilimlerin türlü dallarını
denemiş, esas olarak önce ilahiyat tahsil etmek istemişse de, az zaman
sonra fikrini değiştirerek filolojide karar kılmıştır. Tahsilinin büyük
bir kısmını Berlin�da yapmış, iki sömestir Halle�de bulunmuş ve doktora
sınavını da Jena�da vermiştir. (20 Mayıs 1858)�
Radloff mukayeseli dilbilgisini kuran ve bilhassa İndocermen dillerinin
mukayeseli gramerini yazan F.Bopp�un son derslerini dinleyebilmiş,
dilci ve filozof H.Steinthal�in derslerine devam etmiş Jena�da
A.F.Pott�un takririlerini dinlemiştir. Bütün bu genel dersler meyanında
Radloff Şark dillerini de merak ederek Berlin�da başlıca W.Schott�un
talebesi olmuştur�
Radloff�un hocaları arasında W.von Humbold�un fikirlerini devam
ettirenlerden A.F.Pott ile H. Steinthal�i görmekteyiz. Fakat bunların
fikirleri de sonraları birbirinden ayrılmıştır�

..Radloff, üniversite tahsili esnasında H.Steinthal�den ziyade
A.F.Pott�un fikirlerine bağlanarak, önümüzdeki eserinde dil
hadiselerini halk psikolojisiyle değil de, insanların ferdi
hususiyetleriyle açıklamaya çalışmıştır.
Radloff�u şark dillerine meraklandıran hocası, daha sonra A.Castren�den
önce linguistik özelliklere dayanarak Türk, Mançu, Moğol, Fin ve
kuzeydeki diğer diller arasındaki akrabalığı göstermeye çalışan Wilhelm
Schott olmuştur.
Bunlara Abel Rėmusat gibi �Tatarische Sprachen� adını veren ve sonra da
�Hochaslatiscih Sprachen� tabirini teklif eden W.Schott, 1836�da ifade
ettiği gibi, yaptığı araştırmanın sağlam bir zemine dayanabilmesi için
daha çok çok zamana ihtiyaç olacağını müdrikti.
Böylece Radloff, W.Schott�un tesiriyle Orta Asya ve Sibirya�nın az
tanınmış dillerini kendisine çalışma sahası olarak almış, Türkçe ile
birlikte Moğol, Mançu ve Çin dillerini öğrendiği gibi, İbrani, Arap ve
Fars derslerine devam etmiştir. Radloff bunları içerisinde bilhassa
Mançu Tunguz dilleri üzerinde durarak ilerideki araştırmalarını da bu
konu üzerine yöneltmeyi düşünüyordu�
Jena Üniversitesi�ne sunduğu Über den Einfluss der Religion auf die
Nationalitäten und Sprachen Hocha***ns� adlı teziyle 20 Mayıs 1858
tarihinde felsefe doktoru payesini kazanıp, halk mektebi
öğretmenlerinden birinin kızı olan Pauline-Auguste Fromm ile
nişanlandıktan sonra, aynı yıl hocası Wb.Schott�un tavsiye mektubu ile
Petersburg�a hareket etti.
1854�de Petersburg�da açılmış bulunan Vostoçnıy Fakültet�e (Şark
Fakültesi�ne) Kazem-beg Şeyh Tantavi, İ.N Berezin, D.A.Chwolson, V.P
Vasilyev ve Popov gibi tanınmış şahsiyetlerin de çağrılmış olması,
Radloff�un Rusya�ya giderek doğu dillerini yerinde öğrenmek hususunu
körükleyen hadiselerdendi.
Yakut dili gramerini yazan O.Böhtligk de o zaman Petersburg�da
yaşıyordu. Bu sıralarda L.vonSchrenk idaresindeki sefer heyeti (1858)
Amur civarında bulunuyor, fakat Radloff�un da iştirak etmek istediği
F.B.Schmidt�in doğu seferi heyeti ise bir türlü harekete geçemiyordu.
Bunun üzerine Baron P.Meyendorff ve F.A.Schiefner gibi hamileri 1859
Mayısı�nda (tayin tarihi 14.Mayıs.1859) onu Batı Sibirya�da bulunan
Barnaul şehrindeki yüksek madencilik mektebine (Barnaulskoye Visşoye
Gornoye Uçilişçe) Almanca ve Latince öğretmeni olarak tayin ettirdiler.
İlk anlaşması beş yıl müddetle olup, maaşı senede 1000 ruble idi ve
bundan başka, yazın yapacağı geziler için her yıl ayrıca 700 rublelik
tahsisat ayrılmıştı.
İşte W.Radloff�un ilmi faaliyeti esas bundan sonra başlar. Barnaul�a
gelirken henüz 22 yaşında olduğu halde, kafasında ne muazzam planlar
taşıdığını sonraki senelerde yaptığı çalışmalarla ispat etti.
Radloff Sibirya�da 1859�dan 1871�e kadar 12 yıl kalmış, kışın
öğretmenlik yapmış, yazları da dil, etnografya ve tarih malzemesi
toplamak üzere Sibirya ve Türkistan�da yaşayan türlü Türk boyları
arasında seyahat etmiştir.

Radloff bu zaman içinde (Kuznetsk havalisi madencilik müfettişi
Freze�nin daveti üzerine 1859�da yaptığı ilk kısa gezi müstesna), ilk
defa 1860 yazında ve son defa da 1870�de olmak üzere on defa seyahat
etmiş, ancak 1864�de kesilen tahsisatı yeniden temin etmek maksadıyla
Petersburg�a gitmek zorunda kaldığından gezisini tatbik edememiştir.
�Freze�nin daveti üzerine yaptığı kısa gezisinden Barnaul�a döndüğü
zaman, tesadüfen orada bulunan Tomsk Valisi Ozerskiy�i ziyarete gelmiş
olan Altay Türkleri mümessillerinden ibaret bir heyetle karşılaştı ve
onun başkanından, kendisine söze usta birini öğretmen olarak
göndermesini rica etti. Radloff, kısa zaman içinde gelen Yakob adlı bu
öğretmenle bütün yaz ve kış çalışarak Altay ağzını öğrendi ve 1860�da
başlayacak gezisine hazırlandı.
1860-1863 yılları yazında Altaylı, Soyon, Kazak-Kırgız, İli ve Abakan
Türkleri�ni ziyaret ederek onların dilleri üzerine ve bundan başka
Rus-Moğol ticareti hakkında da malzeme topladı. 1860 yazında Berlin�den
yeni gelmiş olan karısının veöğretmen Yakob�un iştirakiyle yaptığı ilk
gezi esnasında, 1843-1865 yıllarında misyoner Landışev ile tanışarak
sonra onu kendisine öğretmen ve anmaraş edindi ve onun hayatını Proben
der Volksliteratur�un 1.cildinde yayımlayarak ebedileştirdi.
1864�de tahsisatı yenilemek maksadıyla Petersburg�a gidince,
P.Meyendorff ölmüş olduğundan başka hamiler aramak icabetti. Akademi
üyesi Ber, onu saray nedimesi Fräulein Editha von Rahden�e takdim etmek
suretiyle, bu yolda ona yeni imkanlar açtı. Radloff, E.von Rahden�in
salonunda o zamanki Rusya�nın birçok münevver şahsiyetleriyle tanışmak
fırsatına nail oldu. Saray nedimesi onu büyük prenses Elena Pavlovna�ya
takdim etti, bu suretle tahsisat işi çabuk halledildi. Oradan Berlin ve
Tirol�e seyahat ederek dinlendi ve yeni kuvvetle Barnaul�a döndü.
Radloff bu gezileri esnasında her şeyden evvel Türk boylarının dil ve
halk edebiyatına ve bu meyanda halk bilgisi, arkeoloji, coğrafya,
istatistik ve ekonomi sahasına ait malzeme topladı. Barnaul�da kaldığı
müddet zarfında hepsi 20 adet eser neşretmekle beraber, ilk beş senede
malzemesini tasnifle uğraştığından, bu müddet içinde yayınladıkları
birkaç makale ile seyahati hakkındaki raporlara inhisar etmiştir.
Proben der Volksliteratur der Turkischen Stämme �Türk boylarının halk
edebiyatı denemeleri) gibi büyük eserleri ancak 1866�dan sonra çıkmaya
başlamıştır (1.bölümün metin ve tercümesi 1866; 2. ve 3. bölümleri 1868
ve 1870). Bunlar ilim dünyasında geniş bir ilgiyle karşılanmış ve
Dorpat Üniversitesi Radloff�a bu eserleri yüzünden fahri doktor
ünvanını tevcih etmiştir. �Honoris causa pro maxima intelligentia
orlentalium�.)
Radloff, 1871 yılının ilk aylarında Barnaul�dan ayrıldı ve yol üzerinde
Kazan�dan geçerken birkaç gün tanınmış Rus misyoneri N.İ.İlminskiy�nin
(1822-1891) evinde misafir kaldı. 15 yol Kazan ve Mısır medreselerinde
tahsil etmiş olan ve Kazan�daki Rus İlahiyat Akademisi�nde profesörlük
yapan İlminskiy, İdil boyu Türkleri�ni çok iyi tanıyor, bir yerliden
farksız Türkçe konuşuyor ve buradaki Türk boyları arasında
Hıristiyanlığı yaymak için canla başla çalışıyordu.
O zamanki Kazan Maarif Müdürü Şestakov, İlminskiy�nin evinde Radloff
ile tanışarak, ona, İdil boyu Müslüman mektepleri müfettişliği
vazifesini teklif etti. Bu iş, zorla Hıristiyanlaştırılmış Mazanlılar�a
(Kreşinler�e) ait mektepleri idare eden İlminskiy�nin faaliyetine
paralel bir çalışma teşkil edecekti.

Esas itibariyle bunu kabul eden Radloff, plan üzerinde etraflıca
konuştuktan sonra Petersburg�a gitti. Şestakov da meseleyi Maarif
Nazırı Graf D.A.Tolstoy�a (1823-1889) arz etti. Radloff, Prens
Konstantin Nikolayeviç vasıtasıyla bu işin devlet şûrasında sıradışı
görüşümesini teklif etti ve halk mektepleri üzerinde araştırma yapmak
maksadıyla, Rus maarif nezaretinin emri altında tekrar Batı Avrupa�ya
gitti. Radloff Berlin�de Rus maarif nazırı Tolstoy tarafından
tertiplenen bir ziyafette, nazırın daveti üzerine, azınlık milletlerin
mektepleri hakkında bir konuşma yaptı.
1872�de Müslüman mektepleri meselesi müspet olarak çözüldü ve böylece
Radloff, Kazan bölgesi Tatar, Başkurt ve Kazak mektepleri
müfettişliğine tayin edildi. O zaman Rusya�da Ruslar�dan başka
milletlerin (Rus tabiriyle azınlık milletlerin) devlet tarafından idare
edilen mektepleri yoktu. Türk-Tatar medreselerine, mahalli idare veya
yerli zengin şahıslar tarafından bakılıyordu.
Misyoner mektepleri iç işleri vekaletine bağlı olup, maarif nazırlığı,
ezilmiş milletlerin aydınlanma ve terbiyesine karşı cephe almıştı.
Bundan başka, dini taassubun tesiri ve Ruslaşma korkusu yüzünden, Türk
ahali kendisi de kısmen yeni usul mekteplere muhalif bulunuyordu. Bu
yüzden Radloff, muallim mektepleri açmakla işe başladı. Kazan muallim
mektebi ancak 12.Kasım.1876�da açılabildi.
Muallimlerin bir kısmı başta Ruslar�dan ibaretti. Önce muallim olarak
Kazanlı Türkler�den ancak birkaç kişi celbedilebilmiştir ki, bunlar
Veteriner Teregul (tabii ilimler için), Kazan Üniversitesi
okutmanlarından Ahmer idi. Bundan başka Radloff meşhur Kazan tarihçisi
Şehab ed-Din Mercanî ile de yakından tanışmış ve onun eserleri hakkında
batı dünyasına bilgi vermiştir.
Mercanî, Kazan arkeoloji cemiyetine üye olan ilk imamdır ve sonraları
Kazan�da Radloff tarafından açılan muallim mektebinde o da öğretmenlik
yaparak İslam dini bilgisi ve tarih okutmuştur. Radloff, Kazan muallim
mektebinde bilhassa tabii ilimler terdisatına önem veriyordu. İlk
yıllarda buraya alınan talebeler çocuklardan değil de yetişmiş imam
namzetlerinden ibaretti ve halkın şüphesini gidermek için, mektebe
alınırken dini mevzulardan iyice imtihan ediliyorlardı.
Radloff, bu meyanda Müslüman kızları için de bir ilk mektep açmak
istiyordu. Fakat önce hiçbir İslam kadını böyle bir mektepte muallimlik
yapmayı kabul etmedi. Kızlar mektebi nihayet tahsilli bir kadının
evinde açılabildiyse de, bu ilk deneme çok yaşamadı ve talebe azlığı
sebep gösterilerek Rus Hükümeti tarafından kapattırıldı. (İlk senede 4
ikinci yıl 8 talebesi vardı.)
Radloff, eskimiş camilerin tamiri sırasında, Rus Hükümeti tarafından bu
gibi camilerin yanında bir Rus mektebi açılmasının şart konmasına da
şiddetle karşı geldi ve bu şartın, Rus mektebi yerine Müslüman mektebi
açılması şeklinde değiştirilmesini talep etti. O, iki taraftan da
engellerle karşılaşıyordu. Rus Hükümeti yerli halkın uyanmasını
istemiyor, Müslüman ahali ise Radloff�a Rus misyoner teşkilatının bir
mümessili olarak bakıyordu. Bazı mütaassıp Tatarlar�dan rüşvet alan Rus
polisi, eski zihniyetli Müslümanlarla bir olarak Radloff�a karşı
çalışıyordu.
Fakat bu gibi tatsız hadiseler geçici oldu. Birkaç yıl içinde İdil boyu
Türkleri arasında ve az sonra Rusya içerisindeki bütün diğer Türk
ülkelerinde de geniş bir medeni kalkınma gözüküyordu. Bu yolda her
hareketin Radloff�un tesiriyle açıklanması doğru olmamakla beraber
denebilir ki, onun tarafından girişilen faaliyet, Rusya içerisindeki
Türk halklarının uyanma hareketini çabuklaştırmaya hiç şüphesiz yardım
etmiştir. Türkler arasında basım ve kitabevleri, gazete ve mecmualar ve
yayımlanan eserlerin sayısı gün geçtikçe arttı ve 1905�de geniş
kalkınma halini aldı. Muallim birlikleri tedris usulü için yeni
cereyanlar (usulü ceditçilik), Müslüman kadın birlikleri ve nihayet
bütün bunların bir neticesi olarak muhtariyet veya Rusya�dan ayrılmak
için tam istiklal hareketleri meydana geldi.
Radloff Kazan�da 1872�den 1884�e kadar 12 yıl kaldı ve bu esnada
bilhassa pedagoji, felsefe ve genel linguistik problemleriyle uğraştı.
Bu zaman içinde irili ufaklı 11 kadar eser yayımladı ki, en mühimleri
şunlardı: Uçebnik nemetskago yazıyka (Almanca derslik), �Proben der
Volksliteratur�un 4.bölümü (metin ve tercüme), �Bilik� (Kazan
lehçesinde okuma kitabı), �Grammatika russkago yazıyka� (Tatarlar için
Rusça gramer), �Phonetik der nördlichen Türk-Sprachen� v.s. Bu meyanda
�Aus Sibirien� adlı eserini tab�a hazırladı ve Koman dili üzerine de
bir makale yazdı.
Radloff Petersburg�ta
1881�de Berlin�de toplanan müsteşrikler kongresine iştirak ettikten
sonra Radloff 1884�de Kazan�daki vazifesinden ayrıldı ve 47 yaşında
iken 25 yıllık bir ilmi çalışmasına istinaden Petersburg İlimler
Akademisi�nin �Tarih ve Eski Eserler� kısmına üye seçildi ve oraya
gidip yerleşti. Bu suretle kendisini büsbütün ilme vermek imkanını
kazanmış oldu.
Aynı yıl �Kudatku Bilik� (Kutadgu Bilig)�in nüshasını tetkik etmek
üzere Viyana�ya, 1886�da Kırım�a, 1887�de Batı Karamları�na seyahat
etti, 1891�de Petersburg Akademisi tarafından Orhon Bölgesi�nin
arkeolojik tetkiki için tertiplenen heyetin başında bulundu, 1898�de
yine aynı müessese tarafından tertiplenen bir heyetle Turfan�a ve
1907�de etnografya müzelerini tetkik etmek amacıyla Batı Avrupa�ya
gitti.
Roma�da toplanan 12. Milletlerarası Şarkiyatçılar Kongresi�nde (1899)
Radloff�un teklifiyle, merkezi Petersburg�da olmak üzere �Assosiation
Internationale pour I�exploration archėologique et linguistique de
I�A*** Centrale et de I�Extrėme Orient� adı altında bir cemiyetin
kurulmasına karar verildi ve bu iş Hamburg�da toplanan 13.. kongrede
(1902) tekrar konuşularak tasdik edildi.
Radloff, Rus akademisindeki çalışmasıyla aynı zamanda daha şu
vazifeleri de görüyordu: a) Rus arkeoloji cemiyetinin şarkiyat bölümü
neşriyatının (Trudıy Vostoçn. Otdeleniya Imp. Russk, Arch. Obşçestva)
tahrir heyetinde azalık, b) Yine aynı müessesenin etnografya bölümünde
azalık, c) Sibirya�yı araştırma cemiyeti başkanlığı, d) Petersburg�da
yapılacak Budist mabedi inşa komisyonu başkanlığı ve e) 20 Ocak 1894�de
ölen Schrenk�in yerine 16 Mart 1894�den başlayarak akademinin
etnografya müzesi müdürlüğü.
Radloff�un Petersburg�da yayımlanan eserlerinin sayısı 100�e yakındır.
O burada çalışmasını modern ağızlara tahsis ettirmeyip, orta devir
Türkçesi ile eski Türkçe üzerinde de büyük işler başarmıştır.
Modern lehçelerle ilgili en mühim eseri olan �Proben der
Volksliteratur��un son 10 cildi, Petersburg�da bulunduğu zaman
yayımlanmıştır. 1859�da Barnaul�a yerleşerek metin toplamayabaşladığı
zaman, ikinci büyük eseri olan �Versuch Wörterbuches der Türk Dialecte
(Türk ağızları için sözlük denemesi)nin planını da kurmuştu. Fakat
bunun ikide bir eklemelerle tamamlanması icabettiğinden, ilk fasikülü
çıkıncaya kadar (1888) aradan 29 yıl geçti. Nihayet bu lûgat, her altı
fasikülü bir cilt teşkil etmek üzere 26 fasikül ve 4 cilt halinde
(hepsi 8161 sütun +256 sayfa) 1911�de tamamlanabildi.
1887�de �Das Türkische Sprachmaterial des Codex Comanicus�u ve 1890,
91, 1900, 1910 yıllarında 4 cilt halinde �Kudatku Bilik�in metin ve
tercümesini neşretti. Bundan başka Anadolu�daki Selçuk metinleriyle de
ilgileniyordu.

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 2 sayfası]

Sayfaya git : 1, 2  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz